Sevim Ören hayatını kaybetti
RAYFEL Bilim Fuarı başladı
Akım Koleji 2-A sınıfı 23 Nisan’ı coşkulu bir şekilde kutladı
Yaşasın 1 Mayıs Alanlardayız!
Bu yazı 08 Nisan 2022, Cuma 09:03:56 tarihinde eklendi. 1504 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

İSLAM DİNİNDE AHDE VEFANIN(VERİLEN SÖZDE DURMANIN)ÖNEMİ - Eyyüp Sabri Erdem

İSLAM DİNİNDE AHDE VEFANIN(VERİLEN SÖZDE DURMANIN)ÖNEMİ

 

İslami bir terim olan “ahd/ahid” kelimesi; ge­nel anlamıyla  “birine söz verme, vaad ve taah­hütte bulunma, anlaşma yapma” mana­larında kullanılır. Mastar olarak “bir şeyin yeri­ne getirilmesini emretme, talimat ver­me; söz verme” anlamına gelirken; isim olarak “emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük, itimat ve­ren söz” demektir. Ahid kelimesinde hem yemin, hem de kesin söz verme an­lamı vardır.

Alemlerin Rabbi olan Allah(Azze ve Celle); “Ey îmân edenler! Akitlerin gereğini yerine getirin!” (Mâide sûresi 1) buyurmuştur. Bundan dolayı mü’minler, yaptıkları bütün akidleri yerine  getirmelidirler . Öncelikle imân bir akittir. Mü’min, îman ederek Allah’a karşı birtakım sözler vermekte ve  taahhütlerde bulunmaktadır. Bunun dışında insan, ferdî ve sosyal hayatta da bir çok akidler de yapar. Bütün bu akidlerin yerine getirilmesi gerekir. Zîrâ İslam dînin esâsı, îmânın hükmü ve Allah’ın emri budur.

Sosyal  hayatın şekillenmesinde ve devâmında ahde vefânın, çok önemli bir yeri vardır. Zîra fert ve cemiyet hayatının oluşabilmesi ve gelişmesi karşılıklı münâsebetlere, bunlar da çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal  ve iktisâdî hayatın gelişmesi ve devâm etmesi kesinlikle mümkün değildir. Bu sebeple insanların şikâyetlerinin önemli bir kısmı ve işlerin aksamasının temel sebebi umûmiyetle ahde vefâsızlık,verilen sözleri tutmamaktır. Taraflar arasında yapılan anlaşmaya (akde)uymayı istemek kişi için kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir vazîfedir. Karşı tarafa verdiği sözü tutmayan kimse, akit yaptığı söz verdiği kişinin hakkını ödememiş ve dolayısıyla kendi vazîfesini de yerine getirmemiş olur. Alemlerin Rabbi olan Allah(Celle Celaluhu):

“Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.” (İsrâ sûresi 34) emir buyurarak kullarını bu husûsta mutlak surette dikkatli olmaya çağırmaktadır. Bu güzel ahlâkı insanın özüne sindirmesi, kendi lehine olacağı gibi onun gereğini yerine getirmemesi de yine kendi aleyhine olacaktır. Ahdine vefâsızlık eden sözünde durmayan insanların çevrelerinde kişiye karşı güvensizlik, kin ve kızgınlık hâkim olurken, (ahidlere) verdiği sözlere riâyet edilen toplumlarda huzûr ve sükûn ortaya çıkar, toplumda herkes birbirine saygı ve sevgi ile bağlanır. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de sözünü tutan bu kimselere büyük lütuflarda bulunacağını şöyle ifade etmektedir:

“…Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefâ gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih sûresi 10)

PEYGAMBERİMİZ(ALEYHİSSELAM) AHDE VEFA GÖSTERMEYEN İNSANLARI SEVMEZ

Peygamber Efendimiz (Aleyhisselam)Allah-u Teâlâ’nın; “Ben kıyâmet günü şu üç (kısım) insanın düşmanıyım.” buyurduğunu bildirmiş, ilk olarak da “Allah adına yemin ettikten sonra sözünden cayan kişi”yi zikretmiştir. (Buhârî) Başka bir hadis-i şeriflerinde ise “Verdiği sözden dönen kimsenin, bu huyu terk edinceye kadar münâfıklıktan bir sıfat taşıdığını bildirmiştir”. (Buhârî) Başka bir hadîs-i şerifinde de böyle kimselerin kıyâmet (hesap)gününde karşılaşacakları acı manzarayı şöyle anlatmaktadır;

“Kıyâmet günü, ahdine vefâ göstermeyen kimselerin arkasında bir bayrak bulunacak ve vefâsızlığı ölçüsünde o bayrak yükseltilecektir.” (Müslim) Yani ahdine vefâsızlık eden(sözünde durmayan) kişi hesabın görüleceği gün, mahşer halkı arasında teşhir edilecek ve yaptığı haksızlık ölçüsünde bayrağı yükseltilerek, daha fazla insan tarafından görülmesi sağlanacaktır.

Bu da onu daha fazla rezîl ve rüsvâ edecektir. Ashab-ı Kiram’dan İbn-i Abbâs Hazretleri(Radiyallahu Anh) “Kim ahdini bozarsa, Allah mutlaka ona bir düşman musallat eder.” (Muvatta) demek sûretiyle sözünde durmayanların, Allah-u Teâlâ ve kulları tarafından sevilmeyeceğini ve musîbetlere mâruz kalacağını bildirmiştir.

PEYGAMBERİMİZ(ALEYHİSSELAM )AHDE VEFALIYDI(SÖZÜNDE DURURDU)

Alemlerin Rabbi olan Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, va’dine (sözünde)sâdık olduğunu, verdiği sözün, katında asla değişmeyeceğini bir çok defâ beyân buyurmuştur .

Resûl-i Ekrem Efendimiz, ashâbından birinin cenaze namazını kıldırdıktan sonra şöyle duâ etmiş ve Allah Teâlâ’yı ehl-i vefâ diye vasıflandırmıştır:

“Allâhım! Falan oğlu falan Sana emânettir ve Sen’in teminâtın altındadır. Artık onu kabir fitnesinden ve cehennem azabından koru. Sen sözünde duran ve hamde lâyık olansın...” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 54-56) Peygamber efendimizin yaptığı duâda geçen “Ehlü’l-vefâ” ifadesi Allah Teâlâ’nın ahdine sâdık(verdiği sözden dönmeyen)ve her türlü övgüye lâyık olduğunu, verdiği emânı geri almayıp gereğini yerine getirdiğini, iyi davrananları ve kendisine itaat edenleri mükâfatlandırdığını, hakkı ve haklıyı dâima gözettiğini anlatmaktadır. Yüce Rabbimiz bu sıfatını kullarında da görmeyi sevdiği için:

“Bana olan ahdinize vefâ gösterin ki ben de size olan ahdimi îfâ edeyim!” (Bakara sûresi 40) buyurarak onlara da ahidlerini(sözlerini)yerine getirmelerini emretmektedir. Allah Teâlâ’nın en mükemmel kulu olan ve O’na hakkıyla itaat etmeye en çok gayret eden, emirlerini herkesten daha çok yapan Resûl-i Ekrem Efendimiz, ettiği duada kulun Allah ile olan mîsâkına (kul olarak verdiği söze)sık sık temas ederek:

“– Allahım! Ben Sen’in kulunum. Gücüm yettiği kadar ahdine ve va’dine sadâkat gösteriyorum!” (Buhârî) diye istiğfâr ederdi. O Mübârek Peygamber, Rabbi’ne olan ahdine sâdık kaldığı gibi diğer insanlara verdiği sözden de hiçbir zaman caymamıştır.

Ashab-ı Kîram’dan Abdullah İbn-i Abbas, Peygamber Efendimiz’in(Aleyhisselam )hayâtını en ince ayrıntısına kadar müşâhede etmiş görmüş bir kimse olarak şöyle demektedir; “Resûlullah bir şey söylediğinde, onu muhakkak yapardı.” (Buhârî)

Peygamber Efendimiz (Aleyhisselam), hayâtı boyunca iş ortaklarına, ticârî münâsebetlerdeki muhâtaplarına ve tanıdığı tanımadığı insanlara karşı son derece dürüst bir tavır sergilemiştir. Üstelik Ahde vefâ,(Emin olmak,sözünde durmak)nübüvvetten önceki dönemde de onun en önemli ve belirgin vasfı olmuştur. Bir kimseye söz verdiğinde, onu ne pahasına olursa olsun yerine getirmiştir. Abdullâh bin Ebi’l-Hamsâ (Radiyallahu Anh) şöyle anlatıyor; “Bi’setten (Peygamberlik görevi verilmezden)önce Resûlullah (Aleyhisselam)ile bir alış veriş yapmıştım,kendisine borçlandım, biraz beklerse hemen getireceğimi va’d ederek gittim,fakat verdiğim sözü unutmuşum üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, onu aynı yerde beklerken buldum. Beni görünce sâdece:

«Ey delikanlı! Bana eziyet ettin, üç gündür burada seni bekliyorum.» buyurdu.”

(Ebû Dâvûd)

Peygamber Efendimizin bu bekleyişi, borcunu alabilmek için değil, verdiği sözü tutmak istemesinden dolayı idi. Onun ahdine vefâ göstermesi o derece mükemmel hale gelmiştir ki düşmanları bile bu rahmetten istifâde etmişlerdir. Huzeyfe (Radiyallahu Anh ) şöyle anlatır:

“Babam Hüseyl ile beraber yola çıkmıştık. Kureyş kâfirleri bizi tuttular ve:

– Siz muhakkak Muhammed’in safına katılmak istiyorsunuz, dediler. Biz de:

– Hayır, Medine’ye bu sebeple değil, başka bir iş için gidiyoruz, dedik. Bunun üzerine bizden, Efendimiz’in safında yer alıp onunla birlikte savaşmayacağımıza dâir Allah adına söz aldılar. Medine’ye gelip durumu Resulullah’a arzedince Âlemlerin Sultânı Efendimiz:

«– Haydi gidin. Biz sizin verdiğiniz sözü tutar, onlara karşı da Allah’tan yardım dileriz!» buyurdular. İşte benim Bedir Harbi’ne iştirâk etmememin sebebi budur.” (Müslim)

KİME KARŞI AHDE  VEFÂ SÂHİBİ OLMALIYIZ?

İnsan hiç şüphesiz, öncelikle kendisini yoktan vâr ederek ona îmân nimetini lutuf ve ihsân eden Cenâb-ı Hakk’a karşı  Ahde vefâ sâhibi olmalıdır.

İkinci olarakta, Alemlere rahmet olarak gönderilen onun hürmetine mü’min kulların Allah katında sevildiği makbûl olduğu ve yine sevgisi ve muhabbetiyle dolup taşan ve şekillenen her gönlü Allah’a iman ve itaat noktasında hazır hale gelmesine vesile olan,diğer insanlar için  hidâyet ufkunda parlak birer kandil yapan Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)gelir.

Daha sonra ise İslam’a hizmet etmiş din büyüklerine, ana-babaya, hısım-akrabâya ve bilhassa din kardeşlerimize vefâlı olunmalıdır. Ayrıca  Allah’ın insan için yarattığı bütün mahlukâta karşı da vefâlı davranmak lâzımdır.

Ahde vefa hususunda dikkat göstermek ve canı pahasına da olsa ahdini bozmamak kişinin imanın kemalini ve güzelliğin gösterir. Çünkü ahde vefa, kâmil ve olgun müminlerin işidir. Vefasız olanlar, dönek tabiatlı, yalancı ve şahsiyeti zayıf kişilerdir. Bu kötü vasfı taşıyan insanlarla, ciddi işler, önemli davalar yürütülemez.

Bunun sonu dünyada da, ahirette de rezil ve rüsvalıktır.

Söz namustur. Kişinin kendi namusunu korumada ne kadar titiz davranır ehemmiyet gösterirse, sözünü tutmak ve Ahde vefalılık konusunda da o derece titiz olmalıdır. Söz vermeden önce iyi düşünmeli, söz verdikten sonra yerine getirememe endişesini taşımalıdır.

Karakteri ve şahsiyeti oturmuş insanlar, söz verme  ve sır tutma konusunda her zaman hassas davranmışlardır. İnsan söz vermeli ama asla sözünden dönüp yalancı çıkmamalıdır.

Başka bir ifade ile Ahde vefa, yapılan iyilikleri unutmamak, aynıyla veya fazlasıyla karşılık vermek, dostun cefa ve sıkıntılarına  katlanmak, yapılan hataları görmezden gelmek ve üzerinde durmamaktır.İnsanın yaşadığı toplumu ve aileyi ayakta tutan ve yıkılmasına engel olan en önemli haslet, karşılıklı gösterilen vefa duygusudur.

Anne baba, eş, çocuklar, yakın-uzak akraba, üzerimizde emeği olan hocalarımız, arkadaşlarımız,dostlarımız ve benzeri üzerimizde hakları olan kişiler başta olmak üzere, birlikte yaşadığımız tüm insanlara karşı da vefakâr olmalıyız. Bu aynı zamanda kulluğumuzun da bir icabı ve gereğidir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili

“İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.” (Rahman suresi 60). buyurmuştur.

Rasulü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) de “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmez.” buyurmuştur.(Ebu Davud)

Hayber savaşı sırasında, Yesâr adlı çobanın başından geçen şu olay da Ahde vefa konusunda dikkat çekicidir. Nakledildiğine göre, yahudi ileri gelenlerinden birinin koyunlarını güderek geçimini sağlayan Yesar, Hayber Gazvesi’nin cereyân ettiği günlerde kale içinde adı sıkça geçen Allah Resûlü ile görüşebilmeyi çok arzulamış ve bir sabah kaleden çıkıp koyunlarını güderken onunla karşılaşmıştı. Peygamber Efendimiz’le(Aleyhisselam)kısa bir sohbetten sonra Yesâr İslâm’ı kabul etti. Allah Resûlü onun ismini Eslem yaptı. Daha sonra çoban elindeki koyunları ne yapması gerektiğini Peygamber -aleyhisselâm-’a sordu. O da:

“– Onları geri çevir ve kovala! Şüphen olmasın ki hepsi de sâhiplerine döneceklerdir.” buyurdu. Eslem bir avuç çakıl alarak koyunlara doğru attı ve; “Sâhibinize dönün! Vallâhi bundan sonra ebediyen sizinle beraber olmayacağım.” dedi. Koyunlar toplu olarak gittiler, sanki onları sevkeden birisi varmış gibi kaleye girdiler. Çoban da Müslümanlarla birlikte savaşmak için kaleye doğru ilerledi. [2] (İbn-i Hişâm, III, 397-398; İbn-i Hacer, el-İsâbe, I, 38-39)

Burada Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, koyunlara ganîmet olarak el koymak yerine, sürüyü geri göndererek çobanın sâhibine verdiği sözü tutmasına imkân sağlamıştır. Hâdisenin savaşın uzadığı ve Müslümanlar arasında erzak sıkıntısının baş gösterdiği bir zamana tesadüf etmesi, Efendimiz’in sergilediği ahde vefânın anlamını daha da derinleştirmektedir.

AHDE VEFA İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER ve HADİS-İ ŞERİFLER

“Ey iman edenler! Akitlerin gereğini yerine getirin.” (Maide sûresi 1)

“Anlaşma yaptığınız zaman, Allah’ın ahdini yerine getirin. Ve Allah’ı üzerinize şahit tutarak, yeminleri pekiştirdikten sonra bozmayın. Şüphesiz Allah, yapacağınız şeyleri iyi bilir.” (Nahl sûresi 91)

“Muhakkak ki sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların eli üzerindedir. Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği ahde, vefa gösterirse, Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.”

(Fetih sûresi 10)

“... Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.” (İsra sûresi 34)

“Allah’ın Peygamberi (Aleyhisselam ) bize hutbe verdiği zaman mutlaka şöyle buyururdu: ‘Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.’” (İbn Hanbel)

“Kardeşinle (düşmanlığa varan) tartışmaya girme, onunla (kırıcı şekilde) şakalaşma ve ona yerine getiremeyeceğin sözü verme.” (Tirmizî)

Ubâde b. Sâmit"ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (Aleyhisselam ) şöyle buyurmuştur: “Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim: Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size (bir şey) emanet edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi (bakılması yasak olandan) sakının ve ellerinizi (haramdan) çekin. ”(İbn Hanbel)

Rabbimiz bizlere Ahde vefalı olmayı nasib eylesin…

Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun

Selam ve Dua İle

Yazdır Paylaş
Diğer Eyyüp Sabri Erdem Yazıları
hurfikir.com.tr’da yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Hürfikir Gazetesi sorumlu tutulamaz.
Tasarım by Webdestek