“Hû Hû”: (Allah Allah) diye seslenirdik komşularımıza,
“Eyvallâh”: (Tamam, Allah’a emanet, güle güle) derdik, dilimizden eksik olmazdı,
“Hay’dan gelen, Hû’ya” (Allah’tan gelen, Allah’a) giderdi.
“Hay Hay efendim” (Allah Allah) diyerek kabul ederdik teklifleri,
“Allah Allah Allah Allah” diye şehadete koşardık…
Bir şeye hayret edip, şaşırırsak; “vaav” değil, “Allah, Allah” “Sübhanallâh” derdik.
Öfkelenirsek; “Yâ Sabır, Estağfurullâh, Fesubhanallâh” der. Allah’tan sabır isterdik.
“Neuzu billah” diyerek kötülükten Allah’a sığınırdık.
“Bismillah” diyerek her hayırlı işlere başlardık.
“Mâşallah- Bârekâllah” derdik, nazar değmesin diye…
“Allah iyiliğini versin” derdik. Şakalaşırken bile dua ederdik bir birimize.
Kızdığımız adama en ağır lafımız küfür değil, “Allah ıslah etsin” idi.
İş yerini açarken “Ya Fettaah” (Hayır kapılarını açan), “Ya Rezzaak” (Rızıklandıran), paramızı alınca: “Allah bereket versin” derdik.
“Allah Allah illallah Muhammedun Rasulüllah” diyerek coştururduk pehlivanları.
Vefat haberi alınca: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raciuun” (Allahtan geldik yine O’na döneceğiz.)
Vefat edenlerimize: “Öldü” değil, “Hakk’a yürüdü” derdik. Böyle teselli ederdik biri birimizi.
“Bu da geçer Ya Hû, boş ver Ya Hû” (Yâ Allah) derdik sıkıntılı zamanlarımızda.
“Hasbunallâhu Niğmel Vekil”: (Allah ne güzel vekildir) diyerek, işlerimizi O’na havale ederdik.
“lailahe illallah Muhammedun Rasulüllah” ile her gün, her an defalarca iman tazelerdik.
Nimete erişince: “Elhamdülillah” der. Rabbimize teşekkür ederdik.
Sıkıntı, belâ gelince: “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ Billâh” der, (en kuvvetli olan) Allah’a sığınırdık.
Hasılı… Yaşarken daima Allah’ı zikrederdik. Her an O’nun la idik.
Sözün Özü: “Nerede olursanız olun. O (Allah) sizinledir.” (Hadîd Sûresi:4)