Kılıçdaroğlu koltuğuna tutkalla yapışmış gibi duruyor. Kendi istemedikçe değişmesine imkân yok. Sayın Baykal Bey, bir kasetle bir anda silinince, gökten zembille CHP’nin başına inen Kılıçdaroğlu, AK Parti ile tam beş defa seçime girdi. Beşinde de seçimi kazanamadı.
Sayın Erdoğan’a ikide bir “Diktatör” bir parti başkanı diyen Kılıçdaroğlu, “Ben artık bu CHP’nin başında kalmayı hak etmiyorum.” deyip ilk yenilgisinde ayrılıp gitmeliydi. Oysa dünyada bu böyle oluyor.
Ama Kılıçdaroğlu koltuğunda oturmaya devam ediyor. Çünkü O’nun derdi seçimi kazanmak değil, ille de en baş olmak gibi bir hesabı yoktur. Ana muhalefet liderliği O’nun için önemli bir makamdır.
CHP Genel başkanı, devlet protokolünde Başbakan’dan sonra geliyor. Forsu yerinde. Her Salı günü parti gurubunda yaptığı konuşması bütün televizyonlarda yayınlanıyor. Her adımında kameralar karşısında. Birçok gazetede resimleri, her haberde görüntüleri yayınlanıyor. Bu durum O’na müthiş bir manevi tatmin veriyor.
Devletin ana muhalefete yasal olarak sağladığı milyonlarca lira ödenek de çabası. Neyine gerek başbakanlık. CHP’ye başkan olarak kalmak, O’na yetiyor artıyor bile. Bir kere parti genel başkanı odlumu Kendi teşkilatını istediği gibi kurabiliyor.
Kılıçdaroğlu 10 Ağustos’ta bir kere daha yenildi. Kendisini eleştiren partililer için “Hiçbiri siyasetçi değildir. Onları CHP’ye ben aldım.” diyebiliyordu. Parti genel başkanı olarak, adı ve niteliği hiç ortada yokken, bir kişiyi alıp milletvekili yapabiliyor. Bu güce bakın ve bir de demokrasiyi düşünün.
Kılıçdaroğlu, “Ben istediğimi milletvekili yapıyorum.” Hiç sıkılmadan “Ben ikditara gelirsem ülkeye demokrasi getireceğim diyor. Güler misin ağlar mısın? İstifasını istemeye gerek yoktu. O kendiliğinden istifasını Genel Merkez’e ulaştırması gerekiyordu. Böylece CHP’nin Siyasi tarihine geçerdi diye düşünüyorum.