Yapay zekânın yükselişiyle birlikte Z kuşağı, uykusuzluk ve dijital yalnızlık çağında kimliğini yeniden tanımlıyor.
Sabah olmadan biten günler
Sabah güneşi doğmadan ekranlar parlıyor.
Bir öğrenci sabah dörtte hâlâ YouTube’da “nasıl daha verimli olunur” videosu izliyor. Bir diğeri, uykusuz gözlerle “kim daha geç yatacak” yarışına girmiş. Takvimlerde Salı yazıyor ama biyolojik saatler bunu çoktan unutmuş durumda.
Dünya, artık uyumayan bir neslin ellerinde.
Ve o ellerin içindeki cihazlar, kullanıcılarının nasıl düşündüğünü, neye üzüldüğünü, ne zaman uykusuz kaldığını bile biliyor.
Yapay zekâ: Yeni arkadaş mı, yeni otorite mi?
Z kuşağı için yapay zekâ, sadece bir teknoloji değil; bazen sırdaş, bazen öğretmen, bazen de sessiz bir yargıç.
Sosyal medyada paylaştığı her kelime, yazdığı her mesaj, algoritmaların duygusal haritalarını çiziyor.
Bir araştırmaya göre, 18-25 yaş arası gençlerin %67’si, “kendini bir sohbet robotuna daha rahat ifade ettiğini” söylüyor.
Ama bu samimiyet, bir başka sessizliği de beraberinde getiriyor: İnsan sesinin yerini, tahmin yeteneği yüksek makineler alıyor.
Sessiz Z kuşağı: Görünür ama duyulmaz
Z kuşağı, tarihin en bağlı, en bağlantılı nesli. Ama ironik bir biçimde, kendini en yalnız hisseden de onlar.
Her gün milyonlarca mesaj gönderiliyor, fakat gerçek konuşmalar giderek azalıyor.
Bir uzman şöyle diyor:
“Bu kuşak, sürekli iletişim hâlinde ama neredeyse hiç temas etmiyor. Ekranlar, empatiyi filtreliyor.”
Instagram’da her an mutlu görünme baskısı, Twitter’da (ya da X’te) sürekli bir fikir üretme zorunluluğu, gençlerin zihinsel enerjisini sessizce tüketiyor.
Uyku, artık bir ihtiyaç değil, lüks haline geldi.
Uykusuzluk ekonomisi
Verimlilik kültürü, “uyumadan da başarabilirsin” sloganıyla gençleri yakalıyor.
Yapay zekâ destekli üretkenlik araçları, “sen dinlenirken ben çalışırım” vaatleriyle pazarlanıyor.
Ama ironik biçimde, makineler dinlenirken biz uykusuz kalıyoruz.
Harvard Üniversitesi’nin yakın tarihli bir araştırması, 7 saatten az uyuyan gençlerin, sosyal medya bildirimleriyle uykusunun ortalama 23 kez bölündüğünü gösterdi.
Bir Z kuşağı genci şöyle anlatıyor:
“Telefonum sessizde olsa bile beynim bildirim sesi uyduruyor. Sanki dijital bir hayalet var odada.”
Yapay zekâ tarafından şekillenen benlik
Zihinsel yorgunluk sadece uykusuzluktan değil, kimlik bulanıklığından da kaynaklanıyor.
Yapay zekâ algoritmaları, her kullanıcıya özel “benlik versiyonları” sunuyor: izlediğin içeriklere göre şekillenen, ama aslında senin olmayan bir “sen”.
Spotify’da “sana özel liste”, TikTok’ta “sadece senin için içerik”, ChatGPT’de “senin tarzında konuşan yapay zekâ”…
Bu kişiselleştirme konforlu ama aynı zamanda tehlikeli:
İnsan kendi yankı odasında, kendi yansımasına aşık oluyor.
Gerçek bağlar mı, algoritmik illüzyonlar mı?
Psikologlar bu duruma “algoritmik yalnızlık” adını veriyor.
Birçok genç, çevresinde yüzlerce “arkadaş” olmasına rağmen kimseyle derin bağ kuramıyor.
Çünkü her etkileşim bir ölçüye, bir beğeniye, bir yapay zekâ sıralamasına dönüşüyor.
Artık duygular bile veri haline geldi: sevincin emojiyle ölçülüyor, hüznün “gönderilmedi” mesajında kayboluyor.
Bir çıkış yolu: Sessiz ekran, gerçek temas
Yine de umut var.
Bazı gençler “dijital detoks” topluluklarında buluşuyor; haftada bir gün telefonlarını kapatıp birbirleriyle gerçek sohbet ediyorlar.
Bazı üniversiteler, öğrencilerine “uyku laboratuvarları” kuruyor; ekran süresine sınır getiriyor.
Ve ironik şekilde, bu değişimi fark etmemizi sağlayan da yine yapay zekâ:
Veriler, insanların giderek daha fazla “bağlantısızlık” aradığını söylüyor.
Sonuç: Makineleşen dünya, insanlaşan teknoloji mi?
Belki de sorun teknolojide değil, onu nasıl kullandığımızda.
Yapay zekâ bizimle birlikte öğreniyor; biz de onunla birlikte unutuyoruz — özellikle de kendimizi.
Z kuşağı, tarihin en bilinçli ama en yorgun nesli olabilir.
Uykusuz, bağlı, ama aynı zamanda farkında.
Belki de çözüm, en basit yerde saklı:
Bir gece telefonu kapatıp sessizce gökyüzüne bakmakta.
Çünkü bazen insan, yalnızca bağlantısını kestiğinde kendine gerçekten bağlanabilir.
-İrem HANAY
