Merkantelizmle Gelenler

Yazar - ÖZGÜR TERZİOĞLU

Merkantelizmle Gelenler  

Günümüz ekonomik iklimin temel ideolojisi (Kapitalizm) hiç şüphesiz Merkantilist (Ticaretçilik) Teoriyi benimseyen 16.yy Batı Avrupalı milletlerin siyasi iradesi ile şekillendiği gözükmektedir. Bu teori; güçlü bir ekonomi için ihracatı en üst düzeye çıkarmak ve ithalatı en aza indirmek üzere geliştirilen (Komuta ekonomileri olan dikta ve faşist yönetimlere kapı aralamaktadır)  politikadır. Esas gücün parada ve sermaye birikiminde olduğu savunulur. Merkantilizme göre bir milletin refahı anaparanın miktarına bağlıdır. Ekonomik servet veya anapara devletin elinde tuttuğu, altın gibi değerli madenler, ticari değer ile temsil edilir. Merkantilizme göre, yönetim ekonomide korumacı bir rol oynamalı, dış satımı desteklemeli ve dış alımı sınırlandırmalıdır. Bu anlayışa göre tüm bu düşünceler Dünya'ya ticari bir bakış açışıyla yaklaşmalıdır. Milletin bütün imkânlarını değerli madenleri biriktirmek, elde etmek için savaşıldığında emperyalizm kavramını da içerisinde barındıran bir teoriyle karşılaşıyoruz. Almanya’da ortaya çıkan Nasyonal Sosyalist rejimiyle de bu teorinin faşist yönlerini Avrupa milletleri acı bir şekilde yaşamıştır. Merkantilizm monarşinin güdümünden çıkarak çok uluslu şirketlerin ticari anlayışına döndüğünde Liberalizm kavramıyla karşılaşıyoruz. Her iki ekonomi anlayışı bize temelde kapitali yani sermaye merkeziyetçiliğe giden kapitalist anlayışı sosyal yaşamanın ana dinamiği haline getirmektedir. Kapitalizm bireyci bir karakterdedir. Toplumsalcı yönü zayıf, fakat sosyal sorumluluk adı altında kendi reklamını yapabilecek anlayışı da geliştirerek bir bakıma sömürdüğü halka yardım eli uzatan bireyler ya da şirketler hoş yönlerini gösterseler de diğer yandan tüm doğal yaşamın ve insan neslinin hakkına girerek doğal kaynakları sömürmeye devam etmektedirler. Liberal ekonominin içerisinde hükümetler şirketleri hoş tutarken borçlandırılarak emeği sömürülmeye devam edilen halkını ezmeye çalışan iktidar; anarşizim ile karşılaşabilir. Devletler ekonomik anlamda denge siyasetini iyi kurmaları gerekmektedir. Bu sebeple sosyal devleti yapılandırabileceğimiz hükümetin ve yerel yönetimlerin belirlenmesi “demokrasi” tanımını doğru değerlendirebilen halkın varlığı ile ilgilidir. Demokratik bir devlet yönetimiyle fikri hür vicdani hür bireyleri yetiştirebiliriz. Tam demokratik bir toplum ile milli karakterimize uygun ekonomik sistemi hayata geçirebiliriz. Diğer milletlere zulüm etmeden, onları sömürmeden dış siyasette doğru ticari denklemler kurularak, lüzumsuz biriktirme huyundan uzak durarak değer üreten, insanlık için çalışan, doğaya saygılı üretim ve gelişim motivasyonuna sahip paylaşımcı bir halk için “sosyal devlet ülküsü” geliştirilmelidir. Bu anlayış Türk milletinin ortak değerleriyle örtüşen bir yapıda olmalıdır.

Yazımın başında da belirttiğim gibi milletlerin karakteristik yapısı ekonomik modelini de belirlemektedir. Doğru ekonomik sistemi uygulayabilmekte halkın verimliliğini arttırabilecek bir faktördür. Türk milleti “açık toplum” görüntüsü veren dinamik ve diğer kültürlerle uyumlu insan kaynağına sahip bir ülkedir. Sosyalizm ve ötesi gibi “kapalı toplum” sistemlerde ki verimliliği tartışılabilir. İzmir İktisat Kongresinde de serbest piyasa ekonomisine yönelik söylemler geliştirilmiştir, fakat ülkemizin içerisinde bulunduğu zor şartlar gereği devletçilik ilkesi uygulanarak milli ekonomik kalkınma gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Her ne kadar da sosyalist rejimin yardımları geri çevrilmemişse de Mustafa Kemal Atatürk 1935 yılında CHP’nin 4. Kurultayında Modern Türk sosyetesinin devrim yıllarının eseri olduğunu vurgulamıştır.  Bu söylem tamamı ile açık toplumun varlığıyla geliştirilmeye çalışılan ekonomik ve kültürel yapıyı özetlemektedir.

                                                                  Özgür Terzioğlu

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 20 Nisan 2024, 02:47 tarihinde yazdırılmıştır.