HAYRÎ NİYETLER, HARBÎ GAYRETLER...

Yazar - Nuri Kahraman

HAYRÎ NİYETLER, HARBÎ GAYRETLER...  

Trakya Bölgemizin tam ortasında yer alan COĞRAFÎ MİSYON sâhibi, TÂRİHÎ OKUL Kepirtepe’nin EFSÂNE diye tavsif ettiğimiz, HARBÎ MÜDÜR de diyebileceğimiz Remzi Bey Hocamızdan söze devam ediyoruz.  

Burada, harbîlikten kastımız, gerek sözlerinde gerekse uygulamalarındaki açıklık ve dobralığıdır. Şâirin dediği gibi, Hak bellediği yolda yalnız kalmak da dâhil her şeyi göze alıp azimle yürüdüğüdür. Her noktada, tavrını kanun ve yönetmelikler temelinde belirleyip açıktan ortaya koyuyor. Sonra da, kafasına koyduğu hususları bir bir hayâta geçiriyor.  Bunun en çarpıcı örneği olarak geçen yazıdaki ALT GEÇİT hikâyesini hatırlayalım.

 

MESCİD KAPATAN MÜDÜR OLMAM!... 

Gelelim, meselâ, daha önceleri çay ocağı olarak kullanılan bir yeri mescid olarak düzenletti. O zamanlar, gerek okulun geleneği ve genel havası, gerekse askerî irâde olarak böyle şeylere müsâmaha yok. Hattâ şikâyet konusu olmuş. Bunun için okula müfettiş geldi. Her şey didik didik ediliyor. Her işini sağlam yaptığı için, hiç umuruna gelmiyor. Gayet rahat. Müfettişlerin onca sıkıştırmalarına rağmen; 

“ – Ben, mescid kapatan bir müdür olmak istemiyorum. Siz kapatacaksanız mescid orada!” şeklinde cevap veriyor ve her şey olduğu gibi kalıyor. 

TÜRK GENCİ BÖYLE OLMAMALI!... 

Yine, o kendisi katılmasa da biz kimi öğretmenler namazlarımızı burada kılıyoruz, öğrencilerden de gelenler oluyor. Hattâ dönem sonu notları idâreye verirken bakıyor notlar yüksek. Bize, “-Namaz kılan az, ama notlar yüksek, böyle olmaz. Bildiklerini uygulayacaklar. Namaz kılacaklar. Türk genci namaz kılmalı. Bâzıları bundan rahatsız oluyor, bize de söylüyorlar ama, namaz kılan insanlardan bu memlekete zarar gelmez” diyor, bizi talebelerle bu anlamda ilgilenmeye teşvik ediyordu.  

Yazı uzadı ya; bu ara köye yolum düştü, oradaki kitaplığımda yer alan günlüğüme bakma fırsatı buldum. 15 Mayıs 1984 akşamı Berat Kandili münasebetiyle bu mescidin dolup-taştığı, hattâ dışarıda da saflar teşkil olunduğunu yazmış; ”Ne güzel manzaraydı Rabbim!” diyerek mutluluğumuzu ifâde etmişiz.  

PAŞAYA KELLE; HOCA’YA SİLLE!... 

Aslında, mescid küçük, katılım da öğrenci sayısına göre oldukça düşüktü belki ama, bunlar basına aksetse yurt çapında büyük sansasyona sebep olacak şeylerdi. Hani, “paşaya kelle götürme” diye bir tâbir var ya; o günlerin basını da böyle durumları birilerine ulaştırıp gammazlamak ve de bir nevi kelle koparttırmak için aynı heyecanı duyarlardı! 

İşte, tüm bunlara rağmen bir mescid olması ve oraya şu veyâ bu kadar gencin gelmesi elbette büyük bir sevinç ve de; “Yüce Mevlâmızın daha da ziyâdeleştirmesi dileğiyle…” şeklinde bir temennî, niyâz ve duâ sebebiydi. 

 

YUSUF SEVER, LÜTFİ BAHAR; LOKÂL DERSÂNE… 

Sene 1982. Tercüman Gazetesi Ramazan boyu, her gün bir cüz olmak üzere, fasikül olarak Celâl YILDIRIM Hoca’nın yarı tefsir mâhiyetinde meâlini vermişti. Bir grup öğretmen, ayrıca müdür yardımcısı da olan, Din-Ahlâk Hocası Yusuf SEVER’in öncülüğünde her gün bâyîden aldıkça bu cüzün meâlini, öğretmenlere âit lokâlde topluca okuyup tamamladılar.  

Ben o zaman henüz buraya taşınmamış, sâdece okul yatılı olduğu için yurt ve etüd nöbetleri olduğu zaman akşamları şehirden geliyordum. Bundan olacak, bu derslere katıldığımı hiç hatırlamıyorum. Dolayısıyla, Remzi Bey katılıyor muydu, ya da kimler katılıyordu tam olarak bilgim yok. Yalnız, Lütfi BAHAR isimli, sanırım Fen Bilgisi Öğretmeni, Tekirdağlı arkadaşımızın bu derslerin baş tâkipçisi olduğu, çok etkilendiği, duygu, düşünce ve günlük hayâtında mühim değişiklikler olduğu ve öğrendiklerini uygulama azmi konuşuluyordu. 

BU EZANLAR Kİ; ŞEHÂDETLERİ… 

Diğer yandan Ramazanda, çevrede câmi, minâre yok. Şehir uzak. Aşağıda kalıyor. Dolayısıyla gözükmüyor. Arâzi düz ya; uzaklarda köyler var ama belli-belirsiz. Birinde minâre var uzak, ses gelmiyor; iftarla berâber yanan, şerefedeki ışık da zor seçiliyor. Neyse, anfiden akşam ezanı okumak istedim.  

Hem onun resmî ciddiyeti, hem de o zamanların irticâ söylemli dinamik hassâsiyetleri, benim de yapımdan kaynaklanan çekingenliğim îtibârıyle zar-zor söyleyebilmişken O, ânında, kafasını sallayıp, “Tabiî Beyefendi” diyerek tereddütsüz müsâade etti.  

Şu hususiyete de işâret etmek gerekirse; onun kendine özgü bir Beyefendi deyişi, canlı bir kabul ve red tikleri vardı. Lâkabını da bu refleks özellikten almış olmalıydı. Onun ötesinde belki de akıllı, cesur, girişken, istikrarlı, lider tavrından, cins bir kafaya sâhip oluşundan almıştı bu ismi.  

BURDA YAPILAR, ORDA KAPILAR...​

Bir yazı daha yazacağız herhâlde, öyle gözüküyor. Bugün de, hocamızın anısına teberrüken sözlerimizi, burada yapılan yapılar ve böylelikle ebediyette açılan kapılar meyânında  Efendimiz SAV in müjde niteliğinde iki hadîs-i şerifiyle noktalayalım: 

“Kim Allah rızası için mescit yaparsa, Allah, benzerini onun için cennette yapar.” (ُBuhârî, Müslim) 

Diğer bir hadisi şerifte de şöyle buyurulmuştur: 

“Bir mümine öldükten sonra amelinden ve yaptığı iyiliklerden ulaşacak şeylerden biri de yaydığı ilim, geride bıraktığı (kendisini hayır ve dua ile anacak) iyi bir evlat, miras olarak bıraktığı mushaf-i şerif, yaptırdığı mescit, yolcuların barınması için inşa ettiği misafirhane, akıttığı su, sağlığı yerinde iken malından çıkarıp verdiği sadakadır. Bunlardan hangisini yapmış ise öldükten sonra onun sevabı kendisine ulaşır.” İBN-İ MÂCE

Demek ki, mescid, misâfirhâne gibi sosyâl yapılar, hayır kurumları, Kur’an tilâveti, ilmin yayılması, hayırlı evlât ve nesiller yetiştirilmesi gibi hayırlı işlerin her biri, öbür dünyâda cennetin kapılarının açılması için sebep teşkil ediyor. Yeter ki îman zemîni ve iyi niyet olsun... 

Sözü bağlarken, "KİM ZERRE MİKTÂRI İYİLİK YAPARSA KARŞILIĞINI GÖRÜR." buyuran Rabbimizden, bize bunları hatırlatıp yazdıran Remzi Bey Hocamız başta olmak üzere hepimiz için, cennet kapılarını açtıracak hüsn-i âkıbetler niyâz ediyor, cümleye sevgiler-saygılar sunuyoruz wes'selâm...

 

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 29 Mart 2024, 12:37 tarihinde yazdırılmıştır.