HABABAM MARŞI, MEMLEKETİM ŞARKISI…

Yazar - Nuri Kahraman

HABABAM MARŞI, MEMLEKETİM ŞARKISI…  

 

Çankaya ilçesinin, kendisi, câmisi ve nicedir hep ziyâret etmeyi düşündüğüm, lâkin o güne nasîp olan Anadolu Lisesi’yle, aynı paşanın ismini taşıyan mahallesindeyim yine bugün.

Birisi çalışan, diğeri memuriyet için sınava hazırlanan iki çocuğumuzun ev tutup kaldıkları Dikmen'deki bu semte zaman zaman geliyoruz.

Son olarak, Ordu’dan sabaha karşı gelip öğleyi kıldıktan sonra dışarı çıkınca okul gözüktü yine karşıda. Bugün tam fırsatıydı. Zamanımız vardı. Düşündüğümüz ziyâreti yapmalıydık.

Avluda öğrenci olmadığına göre demek ki dersteydiler. 16.yy’da, Kânûnî ve sonrası padişahlar döneminde 15 yıl kadar sadrazamlık yapan bir paşanın adını taşıyan okulun levhasına bakınca, acabâ buralara bu ismin verilişi nasıl olmuştu diye bir soru geçti aklımızdan.  

Öyle ya, Çankaya deyince, paşa deyince, burası Ankara olunca, bir Osmanlı Sadrazamının ismiyle karşılaşmak ister istemez merak uyandırıyor. İlk görev yerimiz Lüleburgaz bir vakıf arazisi üzerine kurulmuştu ve vakfı kuran anlı şanlı paşanın ismini taşıyan câmi merkezli koskoca bir külliye hâlâ ayaktaydı.

Aynı paşanın buraya da isminin verilmesinin elbette bir sebebi vardır… İnşâllâh zamanla öğreniriz. Her neyse, biz ziyâretimize, duygu, düşünce ve de gözlemlerimize geçelim şimdi.

Bir defâ gitmem çok iyi oldu. Aslında bunu hep yapmalı. İnsan tâzeleniyor. Öğretmen arkadaşlardan, talebelerden, okulun canlı havasından, eski hâtıraların yâda gelmesinden, yeni tanışmalardan pozitif enerji ve de güç alıyor. Nitekim, o gün de öyle oldu.

Şunu belirteyim ki, görev yaptığımız günlerde, mezuniyet öncesi hâtıra defteri veren her öğrenciye istisnâsız akrostiş yazardım. Bir nevî döktürürdüm. O gün de, aradığımız isimlerden birinin derste, diğerinin de gelmek üzere olduğunu öğrenip, masanın üzerinde de bir yüzü kullanılmış yarım bir kâğıt görünce, zamânı değerlendirmek adına kaleme sarıldım. Ortaya o ziyâretin mısrâlarla ifâdesi çıktı.

İşte bu gün sizleri onlarla başbaşa bırakıyoruz. Umarız beğenirsiniz:

BEREKETLİ BİR GÜN!...

“Yağmur” dedi adım, nöbetçi talebe;

Güleryüzü, nezâketi bir yağmurdu…

Sordum, “bereket” dedi tırmanırken merdivenleri

Evet dedim, berekettir, rahmettir yağmur;

Kurak topraklar, onunla hayât bulur…

 

Durdu öğretmenler odasının kapısında

Edeplice, incitmeden kapıyı vurdu

Öğretmenlerine saygıyla takdîm ederek

Döndü görevine usulca; zerâfeti yağmurdu…

 

Oturdum bir masaya, orada bir yarım kâğıt

Aldım elime kalemi, duygular akıyordu

Büyücek bir oda burası; masalar, koltuklar

Sükûnet durmuş, teneffüsü bekliyordu…

 

Boş durmayayım dedim, değerlendireyim dedim

Ne kötü, boşa geçirmek zamânı ve kâğıtları

Yırtıp atmak ikisi de, kar beyaz imkânları!

Böyle geçirdim teneffüse dek, beklediğim anları….

 "HÜNER SENİNDİR SEMÂVER!"

Sonra çalınca teneffüsün “ha-babam” zili

Bir adam girdi içeri, bir “insan” adam;

Geçti doğruca semâverli ocağa

Elinde iki tavşan kanı bardak, dönerken;

Hoş geldin hemşerim dedi; benim aradığın kişi!...

 

Kadir Bilir hocayla yudumlarken çaylarımızı

Konuştuk Konya’dan, Ordu’dan, çocuklardan

Görevden, emeklilikten, ticâretten falan

Geldik gidiyoruz işte; say gerçek, say yalan!...

 

Başka ne olacaktı ki; kaynaşıverdi işte

Bir aynı memleketin, iki aynı çocuğu

Biri kuzey, biri güneyden buluşarak ortada

Aynı gerçekleri yaşıyorlar dünyâda…

 ÇAYDAN KAHVEYE, UMMANDAN KATREYE...

Ne var ki anlaşamayacak; işte bir hanımefendi

Daha merhabalaşmadan, “siz de bir kahve

İçer miydiniz” dedi, bizi arkadaşlarına katarak!

İşte, bir yağmur bereketlendirmiş bu toprakları

Sonsuz Rahmet deryâsından bir katre olarak!...

 

Böyle sürüp gittikçe bu yer, bu mevsim, bu havalar

Aslâ yaşamaz ne yurdum, ne gönül coğrafyam

Ne kıtlık, ne yoksulluk, ne tûfan

Ne de maddî-mânevî bir kurak!...

 

Daha şiirim bitmemişti, bekleyişim de

Diğer branş refîkimizi görmemiştim;

Bunun için az kalmıştı, teneffüsün eli kulağındaydı

Zamânın nasıl geçtiğini de fark etmemiştim!…

 

“BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM!”

Derken, bizi ilk karşılayan bayan yardımcının

Özürle birlikte geliverdi kapıdan îkâzı;

Şimdi burada öğretmenlerle, toplantı yapılacaktı

Bir emekli öğretmen, artık çalışanları

Daha fazla meşgûl etmemesi gerektiğini anlayacaktı…

 

Ben ayrılıp giderken cıvıltıların içinden

Diğer meslekdaşımla da tanışmak geçiyordu içimden…

Yâ Nasîp, belki yârın, bel ki yârından da yakın!

Lâkin, cesâretim yok; bir ses diyor ki bana derinden;

Ey çalışmayanlar, çalışanların yakasını bırakın!...

 

Bir zaman sonra, bir müzik; “Bir başkadır benim memleketim!”

Hemen ardından; “Öğretmenler için ders saati; iyi dersler!”

Toplantılar, toplantılar; seminerler, kurslar...

Plânlar, proğramlar; hep iyi saatte olsunlar!...

 

Güzel insanlar, güzel memleket, güzel duygular

Ağaçlar, taşlar, kuşlar ve ümit çiçekleri

Şu okul, şu çevre, şu sokaklar, şu şehir

Dünyâ sonsuza akan, gürül gürül bir nehir!...

 "YÖRÜK DEĞİRMENLER GİBİ"

Bir hengâme, bir cümbüş; dönüyor dünyâ

Farkında değil, bir yandan sönüyor dünyâ

Tutmayacak hesapların, kitapların peşinde

Hem yakıyor hem de yanıyor dünyâ!...

 

YâRabb; aldananlardan eyleme bizi!

Kapılıp gidenlerden arzularına

Yakma, hevâların, heveslerin nârına

Kitaba, sünnete uyanlardan kıl;

Düşür ebed yolumuzu, Resûl’ün civârına!...

 

Ayrıldım o gün oradan, işte bu duygularla

Karıştık kalabalığa, yine bildik kaygılarla…

Okula teşekkürler, cümleye Allâh selâmı;

Sunuyorum buradan, sevgiler, saygılarla!...

 

 

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 23 Nisan 2024, 22:55 tarihinde yazdırılmıştır.