KÜBA AŞISI, ANKARA KOŞUSU..

Yazar - Nuri Kahraman

KÜBA AŞISI, ANKARA KOŞUSU..  

Dışarda hayat çok güzel. Bazen yağmur, bâzen kar, ardından güneş. Sokaklarda, caddelerde, otobanlarda, havada, suda hayat akıp gidiyor. Cemreler bir bir düşüyor. Üç aylar geldi. Önümüzdeki Perşembe akşamı RegâipKandili. Şimdiden mübârek olsun  Mevlâ, gaflet hâlinden uyanarak, bundan sonraki hayatımızda daha dikkâtli olma noktasında intibâha gelmeyi nasip eylesin cümlemize inşâllâh.

Bu kısa girişten sonra, belki biraz özel ama, hepimizin genelde yaşadığı durumlar çerçevesinde dolaşacak, sizlerin de karşılaşabileceğiniz hususları paylaşmaya çalışacağız bugün müsâdenizle.

İSTANBUL ​ÇAPA, ANKARA ŞEHİR...

Bir kardeşimin Çapa’da tedâvisi sebebiyle Ocak’ta bir hafta kadar İstanbul’daydık. Ona yoğunlaşmışken, 8 sene önce Ankara’da ameliyat olan bir diğer kardeşim, tatilde yaptırdığı tahliller sonucu sürpriz bir şekilde 2.bir defâ geçen hafta aynı hastalığın devamından ameliyat oldu.

Dolaysıyla Şubat ayının son haftası da buralardayız. Çarşamba günü kontrol için Hacettepe’deydik. Akşam, İstanbul’daki kardeşim de Ankara’ya geldi. O da burada başlamıştı, buradan devam edecek bundan sonraki tedâviye.

Bu bağlamda, Ordu’dan refakat için gelenle berâber 4 kardeş buradayız. Kimi refakâtçi, kimi çalışan, kimi öğrenci olarak çocuklarımızdan da burda olanlarla bayağı kalabalık teşkil edince artık bundan böyle bir ayağımız Ankara’da olacak diyebiliriz…

Değerli okurlar. Hiçbir şey bir kararda gitmiyor. Yukarda anlatmaya çalıştığımız gibi doğumla ölüm arasında bir de hastalıklar var. Ölümle kalım arası bizleri rahat bırakmıyorlar. İnsana gelgitler yaşatan, yüreğini yerinden oynatan, benzini sarartan hastalıklar. Durumunuz, konumunuz ne olursa olsun, fark etmiyor; ağzınızın tadını bozuyor bunlar; hangisi olursa olsun. Ama, imkânlar arttığı kadar hastalıklar da artıyor sanki günümüzde. Hastâne kapısına uğramayan, orada işi olmayan, koşuşturmayan yok gibi.

Evet, bu bağlamda Ankara’dayız. Dün Hacettepe’deydik bir kardeşimizle. Bu gün de İstanbul’dan gelenle Eskişehir Yolu üzerinde, Diyânet’in de bulunduğu Bilkent’te, Şehir Hastanesi’ndeydik. Çok büyük bir hastane. Bir de, Ankara Şehir Hastanesi olunca bir başından bir başı, neredeyse taşradaki küçük bir kasaba kadar mesâfe ve de mesâha tutuyor. Tüm imkânların bir arada olması iyi ama, bir birimden ötekine uzun koridorlar var. Bir koridor bitiyor, dönüyorsun, aynı uzunlukta bir koridor daha. Gerçi tekerlekli sandalyeler, kaptıkaçtı türü ara ulaşım araçları var ama bunların hepsi ayrı arayış, soruş, kullanış, acemilik demek oluyor. Alışana kadar hayli yorulunacak gibi gözüküyor. Neylersinizki, her güzelde bir ayıp oluyor..

DERMANSIZ HASTALIK, ÇÂRESİZ DERT...

Ama ne olursa olsun, sonuçta bir şekilde koşuşturacaksınız.  Hastalıkla mücâdele edeceksiniz. Nitekim, dînimizin emri de bu minvâldedir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), "Allah her hastalığın ilacını yaratmıştır." buyururken her hastalık için meşru ve helal olan bir ilacın da mevcudiyetine parmak basmaktadır.

Hiçbir hastalık için "Bunun dermanı yoktur." deyip kesip atmamalıdır. Nitekim, dün gittiğimiz doktorumuzun açıklamaları, yeni tetkik ve tahlillerle gelebilecek bir ümit ışığı dolayısıyla gözlerin yeniden ışıldamasına vesîle oldu. Yüzler yeniden gülmeye başladı elhamdülillâh. İnşâllâh iyi olacak ümîdimiz arttı.

Elbette, insanlığın henüz bazı hastalıklara tedavi metodu geliştirememiş, ilaç bulamamış olması mümkündür. Ama, İslamî inanca göre, bu değişmez bir kader değildir. Tedavi aramaya devam etmek esastır, ilerde mutlaka her hastalığa bir ilaç bulunabilecektir. Belki de o budur. Ümit kesmek olmaz.

Ebu Hüreyre'nin Buhârî'de gelen bir rivayetinde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmaktadır: "Şâfi-i Kerim Allah Teâla Hazretleri, her ne hastalık indirmişse onun devasını da indirmiştir." [Ebu Dâvud ve Tirmizî'de şu ziyade var: "Tek bir hastalığın ilacı yoktur."dedi. Kendisine: "O hangi hastalıktır?" diye soruldu da: "İhtiyarlık!" cevabını verdi."

Diğer yandan, ilacın her ne kadar, şifa vermesi esas ise de onu kullananın mizacı, ilacın miktarı, kullanılış tarzı, hastadan hastaya farklı neticeler hasıl edebilir. Bazan hakiki şifa verirken bazan kısmî şifa verir, bazan da hastalığı artırır; hatta yan etkiyle bir başka rahatsızlığı tahrik edebilir. Bu durumu bilen mü'min, hiçbir zaman Rabbine ilticadan geri durmayacaktır.

Burada şunu da, öncelikle bilmek gerekir ki, tedavi sadece doktorun liyâkâti ya da ilacın isabetine bağlı değil, Allah'ın iznine de bağlıdır. Şu halde mü'min, elinden geldiğince tedavi yollarını arayacak, ancak şifanın Allah'ın iznine bağlı olduğunu bilip, her hâlükârda sabır gösterip şükr’edecek. 

ÇİN'DEN KÜBA'YA; ÜMİTLER, ARAYIŞLAR...

Bir husus daha var ki; Bir zamanlar, özellikle kanser için Çin seferleri modaydı. Şimdi de Küba Aşısı diye bir furya var. Medyada sık sık karşılaşıyoruz. Ama, belki ilerde bu arayışlardan bir sonuç çıkar, her hayâl ve ümidin peşinden elbette koşulmalıdır lâkin, biraz kurcalayınca anlıyoruz ki, bu konuda ortalıkta dolaşan şeyler şimdilik bir takım basın-yayın organlarının, -sebebleri kendilerince mâlum- üfürmelerinden, bir turizm atraksiyonundan başka bir şey değil.

Bu duygu ve düşüncelerle Rabbimizden çelik-çouk cümle sevdiklerimiz başta olmak üzere cümlemize inanç, akıl, ruh ve beden sağlığı vermesini, Mart ayı ve gelen Üç Aylarımızı mâneviyât iklimimizde çiçekler açmasına vesîle kılmasını niyâz ediyor, sizlere kalbî sevgi ve de saygılar sunuyoruz ves’selâm…

 

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 19 Nisan 2024, 13:16 tarihinde yazdırılmıştır.