TAKVİMDEN İLHAMLAR, NİLÜFER'DEN MASALLAR, SİVEREK'TEN SELÂMLAR...

Yazar - Nuri Kahraman

TAKVİMDEN İLHAMLAR, NİLÜFER'DEN MASALLAR, SİVEREK'TEN SELÂMLAR...  

 

O gün, sabahı Bahçelievler Mahallemizde, öğleyi, yolculuk öncesi şöyle bir gidip dolaşalım diye gittiğimiz, mezar üstüne de uğradığımız Eymür’de, ikindiyi Giresun’da, akşamı Trabzon’da, yatsıyı da, içinden geçerken yer yer ALTIN KÂLPLİ İNSANLARIN ŞEHRİ yazılarını gördüğümüz Gümüşhâne’de edâ etmek nasip oldu. ŞanlıUrfa'ya, Samsun, bir de Trabzon üzerinden giden otobüsler varmış. Biz, Pazar gün öğleden sonra 15 çeyrek gibi Ordu'dan hareket ettiğimiz otobüsten Pazartesi sabah 9’a çeyrek kala gibi Siverek'te indik. 

Yolculuğumuz çok güzel geçti. Mevsimine göre hava da oldukça mûtedildi. Firma HASBİNGÖL. 12 AF 818 Plâkalı otobüs. Şoför de, muâvin de görevlerini gayet ağırbaşlı ve müşterilerine saygılı, hizmette kusur etmeyen boyutta yürüttüler. Bize nice dağlar-taşlar aşırttılar, üzmeden-kırmadan, nazikçe hizmet verdiler. Belki zaman zaman ekstradan kahrımızı çektiler. Aslâ yüksünmediler. Haklarını helâl etsinler. Kendilerine müteşekkiriz.

Otobüs yolculuğunu özlemişiz. Burada yalnızca güzel ülkemizde, bereketli topraklarımızda, aziz vatanımızda  bir yolculuk değil, geçmişimize doğru da bir dolanış söz konusuydu. 70’lerde Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okuduğumuz İstanbul yolları, 80’lerde ilk görev yerimiz olan Lüleburgaz yolculukları. Ve o yollar, şimdikilerden çok çok elverişsizdi. Otoban diye bir şey hiç yoktu bir defâ.

Her neyse, bugünün çok iyi şartlarına rağmen yine de yorulursun falan deseler de ben otobüsü tercih ettim. İyi de oldu. Toprağa, bir nevi basarak dolaşmanın ayrı bir tadı var. Nitekim, Bayburt, Gümüşhâne derken Erzurum’a geldik. Otogar’da inerken endişeliydim. Çünkü, ilk 1975’te oraya gittiğimizde, hem de fındık sonu güz ayları olmasına rağmen garajda inince soğuk âdetâ bağrımızı delmişti. Şimdi, ondan hiç eser olmayan bir havaya tevâfuk etmiştik. Ortam öylesine yumşaktı.

Bizi, o taraf fırtınalı olur falan diye uyarmalarına rağmen öyle bir şeye denk gelmedik. İlk defâ gittiğim Bingöl güzergâhını özellikle izlemeye çalıştım. Karlıova’da yolcu indiği için kısa bir duruş söz konusu oldu. Erzurum’dan oraya aşağı bayağı inmemize rağmen Karlıova, adı gibi ova olduğu hâlde yine adı gibi daha karlıydı sanki.

Oradan Elazığ’a geçtik. Buraya, 2 yıl önce Urfa’ya geldiğimizde çocuklarla Diyarbakır üzerinden gelmiş, Harput’u gezmiş, eğri minâreyi görmüş, merkez İzzet Paşa Câmii’nde namaz kılmıştık. Şimdi gece geçtik tabiî o yolları. Diyarbakır üzerinden ver elini Siverek. Hafta başından beri buradayız. Bakalım ne kadar kalacağız?

Günlerimizin çoğu Nilüfer torunla geçiyor. Bir de elverdiğince çeşitli târihî yerlere, câmilere gitmeye çalışıyoruz. Kitabevlerine, kültür yuvalarına uğramaya gayret ediyoruz. Bâzı yerlerle ilgili bilgi alabileceğimiz şahsiyetlerle tanışıyoruz. Her yerde olduğu gibi burada da, yerine-yurduna, kültürüne-irfanına, milletine-memleketine meraklı, onun her türlü meselelerine, geçmişine-geleceğine duyarlı , meşgâlesini o yöne teksif etmiş insanlar var. Bizdeki, rahmetli Sıtkı ÇEBİ, Câvit KALPAKLIOĞLU, yaşayanlardan Mürsel ENGİN gibi. Onlarla, halkla, cemaatle hasbihâl ediyoruz. İnşâllâh bunları yer yer sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

Gel iniz görünüz ki Nilüfer ne buna, ne de burada satın alıp, 50 yıl sonra yeniden ve tâze şuurla okumaya çalıştığımız, Reşat Nuri’nin ANADOLU NOTLARI, Hüseyin Rahmi’nin GÜLYABÂNİ vs. gibi kitaplarını okumama müsâde ediyor! Hep oynayalım istiyor. Ya da onun masal kitapları var, birlikte onları okumamız için elime tutuşturuyor. Bâzen, dün okuduğumuzu bu gün bir daha okuyoruz.

Okuyoruz da çok iyi de oluyor tabiî. Burada kitapların ve de özellikle çocuklar için masalların ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. İhmâl edilmemesi, üzerinde ehemmiyetle durulması gereken bir mevzu olduğunu bizzat tecrübeyle görüyoruz.

Çocukla oynarken terennüm edilecek şarkılar, okunacak ninniler, şiirler tamamen bir kodlama özelliği arz ediyor. Çok önemli. Hele bu yaşlarda. Bunu bizzat müşâhede ediyoruz. Dolayısıyla, şimdi ben bu yazıdan sonra çarşıya çıkıp bizim yazarlarımızdan, bizim inanç, kültür ve medeniyetimize uygun cümleler, motifler, çizgiler, çizimler bulunan kitaplar araştıracağım. Çünkü, elimizdeki kitapların hepsinin de, en azından yazarı yabancı.

Şunu söyleyeyim, gelir gelmez bir Diyânet Çocuk Takvimi aldım ama ona göre değil. Onu okuyamayacağını elbette biliyoruz da fotoğraflara, çizgilere bakar falan dedik ama hiç iltifat etmedi. Onun için kitap önemli. Çünkü bizimki 3 yaşını daha yeni dolduracak. Bitişikte arkadaşları var ilkokulda okuyorlar, takvimi onlara vermeyi düşünüyorum. Tabiî o zaman sahiplenip te ellerinden almazsa!

Bence bunlar önemli. Bir evde takvim olmalı. Başta kendimiz için. Çocuklar, torunlar için olanlar da var. Bunlar bir çikolata fiyatında ama yıl boyu etkili. Ne yıl boyu, ömür boyu. Daha da ötesi âhiret boyu. Düşünün, o takvimden bir kelime bile öğrense az şey midir? Belki o kelime onun ebedî kurtuluşu olacak! Onun için bu husus ihmâl edilmemeli.

Sevgili dostlar; bir evde takvim olmaması sizce neyi gösterir? Her şeyden önce o evde okumaya, bilgiye, namaza-niyâza dâir bir hassâsiyetin, merakın bulunmadığını gösterir. Elbette bu mutlak değildir, şimdi telefonlar falan da var ama, takvimin yeri yine de yerdir.

Sevgili okurlar. Bu günlük te bu kadar. Sayfa tamam oldu. Vakit yanaştı. Sonra toruna döneceğiz. Giderken masal bulabilirsek alıp torunla onu paylaşacağız. Tüm derdimiz âhirette de Efendimiz(SAV)in komşuluğunu onlar başta olmak üzere tüm sevdiklerimiz ve de ehl-i îman kardeşlerimizle berâber paylaşabilmek. Rabbimiz hepimize nasîp eylesin inşâllâh. Siverek’ten cümleye sevgiler, saygılar ves’selâm….

 

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 20 Nisan 2024, 15:35 tarihinde yazdırılmıştır.