Lüleburgazspor

Yazar - Metin Dikener

Lüleburgazspor  

Kardeşim bugün HÜRFİKİR gazetesine bakıyorum. Gazetemizi baskıya hazırlayan sayfalara düzenleme yapan Editörlerimiz var. Haberleri resimleyen,  gündeme getiren muhabirlerimiz, yazı işleri, ve de Genel Yayın Müdürleri. Gazetenin basım yeri, en önemlisi gazetenin imtiyaz sahibi olan babasının bu emanetini dahada ilerilere götüren fevkalade duruma getiren oğul Murat Mahir Altan. Gazeteye renk getiren ben de bu güzelliğin içerisindeyim diyen yalnız ve yalnız  bir sevgi ve saygı bekleyen köşelerinde yorum yapanlar.

Şu köşede Lüleburgazspor dedik. Eski günlere gittik. Peki O eski günlerde ne gibi yaşanmış olayları ve de şakaları nasıl dile getirdik. Fenerbahçe futbol takımında oynayan Bekir diye bir futbolcu vardı. Lakabı ile füzeci Bekir. Mithatpaşa Stadında Fenerbahçe - Kasımpaşa ile oynuyor. Maç 0-0  berabere devam ederken, Fenerbahçe deniz tarafında oynayan Kasımpaşa karşısında bir penaltı kazanıyor. Tabii Fenerbahçe’de penaltıyı kullanacak isim füzeci Bekir. Kasımpaşa kalecisi Mehmet’te O ligin en iyi kalecilerinden biri. Bekir epey geriliyor topa bir nevi füze gibi vuruyor. Ahh bir bakıyorlar. Ne top var, ne de kaleci Mehmet, bekliyorlar. Aradan 15-20 dakika sonra stad müdürlüğüne bir telgraf geliyor. ‘’Ben sağ salim Kadıköy’e vardım.’’ - Kaleci Mehmet.

Hürfikir gazetesinde zaman zaman yazılarımızın sonunda buna benzer ve de futbolda gerçek yaşanmış olayları da yazıyorduk. Bugünde bir iki hatırlatma yaptık. İstanbulspor’lu Kemal’i ben Ankara Havagücünden, Ankara Jandarma gücü takımına takviye olarak Türkiye amatör kümeler futbol şampiyonasında oynamak üzere gittiğimde tanıdım. Tüm maçlarda yanyana futbol oynama şansını yakaladım. Çok gırgır ama çok dürüst bir arkadaşımdı. Takım halinde kamptayız. O anlatıyor biz dinliyoruz. ‘’İstanbulspor takımına yeni transfer olduğum yıl, Silivri’ye bir dostluk ve bir hazırlık maçını oynamaya gittik. Deniz kenarında çok güzel bir lokantada maç yemeği yiyoruz. Arkadaşlarım en son gelen meyvaları yemeden aşağıya indiler. Ben meyvalarımı yeyip aşağıya iniyorum. Aşağıda Bilge, İhsan ve Yüksel var. Bilge gelen garsona bize 3 tane şezlonk getirirmisin dedi. O arada Bilge benim yanlarına doğru geldiğimi de gördü. Kemal, biz şezlong söyledik sende istiyor musun Abiciğim ben samimiyetimle söylüyorum şezlongun ne olduğunu bilmiyorum. Yiyicek bir şey olarak düşündüğüm için hiç tereddüt etmeden Bilge’ye çok teşekkür ederim, çok yedim güldüler sen bilirsin dediler. Ben de o arada nasıl bir yiyecek gelecek diye onların yanından ayrılmıyorum. Garson geldi 3 tane tahtadan bezle yapılmış bir şeyler getirdi. Garsona bahşiş verdiler Abicim o tahtaları bir açtılar sonra ayaklarını uzatıp oturdular. Allah-Allah yiyecek gelmediğine göre acaba şezlong dedikleri bu mu? Garson uzaklaşmak üzereyken ben garsona bağırıyorum bana da bunlardan bir tane getir.’’

Bugün bir tane daha yazalım Bugün kü yazımızı bitirelim. Nasrettin hoca, mahallede oyun oynayan çoçukların arasına girmiş. Fakat ayağı kayıp pat diye yere düşmüş. Çoçuklar anında başına üşüşmüş. Gençler Nasrettin hocayı yerden kaldırırken hoca gençlere ‘’ah.. ahh ben de gençliğimde neydim.’’ Nasrettin hoca, üstünü başını silip temizlerken gençlerinde o sırada yanından ayrıldığını görünce, Ah.. be hoca sen gençliğinde de bir şey değildin.

Yazımız devam edecek  diyor iyi haftalar diliyorum.

 

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 29 Mart 2024, 14:50 tarihinde yazdırılmıştır.