VİRD’İ OLMAYANIN VERD’İ, NASREDDİN HOCA’NIN DERDİ!

Yazar - Nuri Kahraman

VİRD’İ OLMAYANIN VERD’İ,  NASREDDİN HOCA’NIN DERDİ!

VİRD’İ OLMAYANIN VERD’İ,

NASREDDİN HOCA’NIN DERDİ!

Zaman zaman, gördüklerimizi, duyduklarımızı, işittiklerimizi not ediyoruz. Birini daha arşive kaldırdığımız ajandalardan başka olarak, içindeki hâricî kâğıt parçaları, kimi dosyalar da böylesi yazılarla dolu. Hepsine güç yetirmek mümkün değil, lâkin, hiç değilse bir kaçını burada paylaşmaya çalışacağız bu gün.

Tebessümle, gülümseyerek ve de güzel başlamak adına söze gülle başlıyoruz:

VİRD’İ OLMAYANIN VERD’İ OLMAZ!

        Bulunduğumuz sohbette bu söz VÂRİD olarak geçti gâlibâ. “Virdi olmayanın vâridi olmaz” şeklinde. Vârid, “gelen, ulaşan, ele geçen” gibi anlamlara geliyor. Eskiden muhâsebe dilinde gelirler kısmı VÂRİDÂT olarak ifâde edilirdi.

Tasavvufta ise bunu ilham, füyûzât şeklinde anlamak gerekiyor. Yâni, gün içerisinde belirli zikrini yapmayanların, girdikleri yolda merhale kat edemeyecekleri anlatılmak isteniyor.

        Tasavvufî terbiye sisteminde vird önemlidir. Dersli olmanın anlamı da budur. Kişiye verilen Esmâ-i Hüsnâ, Kelime-i Tevhid ve Şehâdet gibi zikir cümlelerinin belirli zaman ve sayılarda tekrarlanmasıyla başlar. Kişinin istek ve kâbiliyetine göre artırılır ya da eksiltilir.

Biz sözü, “virdi olmayanın verd’i olmaz” şekline evirdik kendimizce. Verd GÜL demektir. Dolayısıyla, sevdiğinin adını anmayan, bülbül misâli şeydâlaşmayan âşığın güle sevdâsı ve ona ulaşması muhâldir. Onun için; “Vird’i olmayanın verd’i olmaz!”

Sonuçta, verd veyâ vârid; ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Bir Giresun türküsünde geçtiği şekliyle;

“Sevenler sevdiğini gece-gündüz sayıklar”

Bunu yapmıyorsa, uykuları kaçmıyorsa sevgisindeki gerçeklik ve samîmiyet noktasında sıkıntı var demektir. Aşkı yalandır, sevgisi sahtedir. Rabbimiz cümlemizi gerçek sevenlerden, sevgisini saygısı ve kaygısıyla berâber en güzeliyle sergileyenlerden eylesin… Âmin…

        Yine aynı ortamda geçmişti gâlibâ, sevgiye dâir olmak üzere:

ALLÂH BİZİ SEVİYOR;

BİZ O’NU SEVMESEK OLUR MU?

Gerçekten de öyle. Sâhip olduğumuz neyi Allâh(CC) vermedi ki? Meselâ, duyularımızı düşünelim. Bunlardan hangi birini milyonlara, milyarlara değişebiliriz ki? Ya inancımız, vatanımız, toprağımız, hürriyetimiz vs… Say sayabildiğin kadar!

Belki işin bu tarafına hiç kafa yormamışızdır ama, nîmetleri saymaya kalksak sonu gelmez. Nitekim, Nahl Sûresi 18. Âyette şöyle buyuruluyor:

“Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız, asla böyle bir işin altından kalkamazsınız! Gerçek şu ki, çok acıyan, çok esirgeyen, gerçek bağışlayıcı elbette Allah'tır”

Evet, her şeyden önce, iyilik yapanlara teşekkür nasıl insânî ve medenî bir gereklilikse, Yüce Rabbimize şükretmek, sevgiyle adını anıp zikretmek de bir kulluk borcudur. Ancak bu, sâdece söylemde kalmayıp eyleme dönüşmelidir.

MÂİDE, 54’te geçtiği şekliyle; “Yühıbbühüm ve yühıbbûnehû: Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever” Evet, sonsuz nîmetleri O’nun bize sevgisinin bir tezâhürü olduğu gibi, bizler de O’nun emirlerine uymak, verdiklerinden infakta bulunmak gibi çeşitli uygulamalarla bu sevgimizi görünür kılmak, O’nun rızâsına uygun samîmî bir hayat tarzı ortaya koymak durumundayız.

MUMUN ATEŞİ, HOCA’NIN KAZANI!

Orada, bu meyanda şu fıkra anlatıldı:

Bir gün, Nasreddin Hoca ve arkadaşları iddiaya tutuşmuşlar. Eğer Hoca karanlık ve soğuk bir gecede, sabaha kadar köy meydanında bekleyebilirse arkadaşları ona güzel bir ziyafet çekecekmiş. Şayet bunu beceremezse o, arkadaşlarına ziyafet çekecek.

Kararlaştırılan günün gecesinde Hoca meydanın ortasında, sabaha kadar tir tir titreyerek beklemiş. Sonra yanına gelenlere:

- Tamam demiş, ben yapacağımı yaptım; iddiayı da kazandım!

- Ne oldu, nasıl yaptın? demişler.

- Konuşulduğu gibi, ayazda sabaha kadar bekledim, demiş!

- Hayır demişler. O gece sabaha kadar ay çıkmıştı. Sen onun ışığı ile ısınmışsındır. Öyle şey olmaz. İddiayı kaybettin! Ziyafetimizi hazırla.

Hoca çaresiz kabul etmiş. Etmiş etmesine de, ziyafet vakti kocaman bir kazanın altına minicik bir mum koymuş! Güya yemek pişirecek!

- Ne yapıyorsun? demişler. Kıs, kıs gülerek cevap vermiş:

- Gördüğünüz gibi yemek pişiriyorum arkadaşlar!

- Bizi kendine güldürme! Hiç öyle şey olur mu Hocam?

- Neden olmasın? Gökteki ay ışığıyla ben nasıl ısındıysam, bu kazandaki yemek de öyle pişecek!...

Tıpkı bunun gibi, sevgiler, uzaktaki ışık misâli zayıf kalmamalı, ateşi içimizi ısıttığı kadar, tüm dünyâmızı ve sonsuzluk yolumuzu aydınlatmalı, hakîkî, içten ve hayâta dönük olmalı.

SINIRLI DÜNYÂ, SONSUZ SEVGİ…

Efendimiz (SAV) günde 100 defâ istiğfar ettiğini, Rabbinden bağış dilediğini söylüyor. Bunun sebebi, hem ibâdetlerden dolayı gurûra ve rehâvete kapılmamak, hem de, hatâları olmasa da hasbel’beşer noksanları mevcutsa onlardan dolayı af dilemek; her şeyden önce Allâh’a olan sevginin sonsuzluğu noktasında bizlere örnek olmaktır.

Notlardan, afvınıza sığınarak arz edeceğimiz son söz de şu:

“Dünyâda serbestsin. Nereye gitsen, Allâh (CC) kovmuyor. Ama, hayvan değilsin ya, sınırlara dikkât edeceksin!”

Sevgili dostlar. Sevgi saygıyı gerektirir. Neye? Sevdiğinin ilkelerine, sevdiklerine, sevmediklerine, sınırlarına, isteklerine ve beklentilerine. Hele o bir de; Nİ’MEL MEVLÂ ve Nİ’MEN’NASÎRNE GÜZEL DOST, NE GÜZEL YARDIMCI olan Rabbimizse…

Vel’hâsıl; Rabbimiz bizleri, kendisini lâyıkıyla sevip sayan, günde beş vakit çağrılarını duyan, her zaman, her yerde emirlerine uyanlardan, ve de tüm sevdikleriyle berâber sonsuz mutluluklara erenlerden eylesin ves’selâm…

 

 

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 20 Nisan 2024, 15:56 tarihinde yazdırılmıştır.