URFA'DAN HARPUT'A, DİYARBAKIR'DAN ORDU'YA...

Yazar - Nuri Kahraman

URFA'DAN HARPUT'A, DİYARBAKIR'DAN ORDU'YA...

 

Ne zamandır görüşemiyoruz. Biz bu arada bir Güneydoğu seyahati yaptık, çocukların yarıyıl tâtilini fırsat bilerek. Geçen ayın son haftası oralardaydık. Bu ayın ilk günlerinde de döndük. Bizim için, hem şahsî anlamda, hem âile olarak, hem de memleket havası koklama meyânında çok güzel oldu. Bizim ülkemizin neresi güzel değil ki!

Ama, her yörenin güzellikleri kendine has elbette. Dolayısıyla, Güneydoğu’nun da öne çıkan farklı özellikleri var. Bu gün onları paylaşmaya çalışacağız kendi zâviyemizden.

Sevgili okurlar; mâlum, her şeyden önce bir defâ oralar, Mekke, Medîne ve Kudüs’ün kenar mahallesi gibi. Hem coğrafî, hem de mânevî iklim olarak.

Alabildiğine düz topraklar çölün devamı hissi veriyor çünkü. Zâten, bir adım ötesi Sûriye. Hicaz’ın kıyılarındayız sanki. Urfa zâten Peygâmberler diyârı. Hz. İbrâhim (as), oğlu İsmâil (as). Şuayip (as). Başta bu saydıklarımız olmak üzere bir çok peygâmberin yaşadıkları, Kur’an’da anlatılan kıssaların geçtikleri yerler.

Hattâ, bu günler rahmetli babamın vefatının sene-i devriyesi. 4 yıl ne çabuk geçmiş. Bu vesîleyle, geziye çıkmadan kardeşlerim hatim düzenlemişlerdi. Bize de cüz vermişlerdi. Sağolsun, Siverek’e Nilüfer torun gile varınca çocuklar, bu mübârek yerlerde bir hatim okumamızı hatırlattılar. Diğer okuduklarımızla berâber duâsı yapılır falan denildi. Hemen başladım ve yarısını oralardayken okuduk.

Âilede, madden olduğu gibi mânen yardımlaşmak da güzel. Babamla annem de, meselâ her zaman olmasa da çoğu zaman namazları annemle cemaat olarak kılarlarken tevâfuk ederdik. Çok teşekkür ediyorum. Diğer yarısını da burada okuyup hatmimizi tamamladık çok şükür. Rabbimiz kabul eylesin. Babama da, bizlere de bereketleri yansısın inşâllâh. Âmin.

Onu diyeceğim, hatim esnâsında İbrâhim(as) başta olmak üzere peygamberlerin adı geçerken insan heyecanlanıyor. Hem de, çok sık geçtiğini fark ediyoruz. Zâten, İbrâhim adında ayrı bir de sûre var kitabımızda.

Ve bu Peygâmber ve niceleri bizim topraklarımızda yaşamış. Maddî güzellikleri, stratejik konumu vs. bir yana, ne mübârek toprakları olan bir memleket olduğumuzu yeniden fark ediyor, daha bir yakından duyuyoruz içimizde. Böyle bir mazhariyetten dolayı Rabbimize şükrediyor, bu şerefe lâyık bir kul olabilmeyi umuyoruz inşâllâh.

ŞEHİT SAHABELER, YİĞİT ERLER ŞEHRİ

Bakınız, 29 Ocak Pazar günü gittiğimiz ve bizde müspet çağrışımlar uyandıran Diyarbakır’da, öğle namazını, meşhur Sur içerisindeki Hz. Süleyman Câmii’nde kılıyoruz. Diyarbakır Kültür Turizm Müdürlüğü’nün Hz. Süleyman Câmii ve 27 Sahabe Türbesi başlıklı broşüründe şu bilgileri görüyoruz.

“1155-1160 yılları arasında inşâ edilmiştir… İç Kale’de yer alan camiin en önemli özelliği Hz. Ömer Dönemi’nde Diyarbakır’ın fethinin buradan başlaması ve şehit düşen sahabelerin türbelerinin burada yer almasıdır.

Hicretten 17 yıl sonra 639 yılında Hz. Ömer Döneminde, Iyaz bin Ganem’in komutasındaki 8000 kişilik orduyla Diyarbakır fethedilmiş ve kent, İslâm şehri olmuştur. Fetih sırasında Hâlid bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman’ın da aralarında bulunduğu 27 sahabe şehit düşmüş ve buraya defnedilmiştir…”

Pazartesi gün de Elazığ ve Harput’a geçtik. Şehirdeki İzzet Paşa Câmii ve çevresi, vâlilik, iş yerleri, iş hanları, kapalı çarşı; hepsi iç içe, çok bereketli bir hava, ve gerçek bir Anadolu şehri sıcaklığı hissini yaşattı bize.

Harput’a gelince; gelince gitmek zor oradan. Çapı küçük gibi ama, târih öncesinden bu güne çok uzun dönemleri, ilginç hikâyeleri var. Değil günlük yazıya, kitaplara sığmaz. Belki, birkaç ciltlik bir ansiklopedi bile az gelir. Şu kadar var ki, Ulu Câmi başlı başına karakteristik bir eser. Minâresi bile, eğriliğiyle örneği olmayanlardan. Bu anlamda, Pizza kulesinden bile özellikli olduğu söyleniyor.

Çok şükür, bu güzel yerleri hayırlısıyla dolaşıp geldik. Urfa’daki arkadaşımız İbrâhim Halil Rençber Bey’i de ziyâret ettik. Kendisiyle 1989-90 öğretim döneminde staj için gönderildiğimiz Cezâyir’de tanıştık. Dönüşte o, 1993 yılı, bir hizmet içi seminer vesîlesiyle âilece bize gelmişlerdi. Bizimki de yıllar sonra bir iâde-i ziyâret gibi oldu.

O da bizi Urfa’da gezdirdi. Şuayb (as) Câmii’nde namaz kıldık. Balıklı Göl ve çevresini gezdik. Ulu Câmi’de namaz kıldık. Kapalı çarşısını dolaştık. Hocama ve âilesine buradan tekrar teşekkür ediyoruz. Kendilerine bizzat söylediğimiz gibi, buradan da tekrar Ordu’ya beklediğimizi belirtiyoruz. 

MARAŞ DEYİNCE, RAHMETLİ BABAM...

Sevgili okurlar; yöre insanının misâfirperverliği konusuna girmiyoruz. Her nereye gitsek kendine özgü tatlar var. Hep ikram görüyoruz. Allâh da onlara ikram etsin inşâllâh demekle yetiniyor, diğer gündemimiz olarak rahmetli babamla ilgili birkaç cümle yazalım diye düşünüyoruz.

Zâten gezi esnâsında dâmat Alpaslan Bey’e de sık sık söylediğim gibi, rahmetlinin ülkesine, onun topraklarına, dağlarına, taşlarına, yaylalarına, türkülerine karşı ayrı bir tutkusu vardı. Radyodan türküler, önümüzden de manzaralar, sıradağlar, kavşaklar geçtikçe zaman zaman babamı anıyoruz.

Kendisi zâten askerliğini şoför olarak Maraş’ta yapmış. Bu bölgelerde çok dolaşmıştır. Özellikle taşımacılık yaptığı dönemlerde, ya da çeşitli vesîlelerle, hayat boyu gezdiği yerler yanında, Maraş ve bölgesinin de havasından, suyundan, yollarından meraklı meraklı, iç geçirerek, özlemle bahs ederdi. Askerî Reo arabasıyla yaptığı yolculuklar, onunla yaşadığı orijinâllikler, asker arkadaşlıkları falan; hep anlatırdı. Sanki onları tekrar yaşar gibiydi anlatırken. Çok hoş sohbetti aynı zamanda. Allâh mekânını cennet eylesin. Âmin.

Evet sevgili dostlar. Artık, sözü kesmek durumundayız. Biraz yarıda kaldı gibi ama, inşâllâh önümüzdeki yazılarda gerisini tamamlamayı umuyor, tekrar görüşmek ümidiyle şimdilik buradan sevgi ve de saygılarımızı arz ediyoruz ves’selâm…

 

 

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 18 Nisan 2024, 17:48 tarihinde yazdırılmıştır.