'ADA SÂHİLLERİ'NDE BEKLENEN SULTAN?

Yazar -

'ADA SÂHİLLERİ'NDE BEKLENEN SULTAN?

Sevgili okurlar, hepimizin -özellikle gençlik yıllarımızda- zaman zaman mırıldandığımız neşeli ve de hareketli bir şarkının, taraflar bağlamından koskoca imparatorluğa, oralardan tâ bu günlere, hattâ uzak geleceklere doğru çekip uzatabileceğimiz hazîn hikâyesini paylaşacağız bugün sizlerle.

OSMANLI SARAYI’NDAN, ABDÜLHAMİD’İN KIZINDAN, SON SULTAN’DAN ya da “ADA SÂHİLLERİ”NDEN BİR HAZÎN AŞK HİKÂYESİ şeklinde başlıklar verilebilecek konuya 8 Şubat 2015 târihli Millî Gazete’de muttalî olduk ve çevremizdekilerle de paylaştık.

O zamanların yönetim ve halk çevrelerindeki telakkîlere, örf, âdet ve gelenek yanında daha nice değerlendirmelere medâr olacak yazıyı ilgiyle okuyacağınızı ve buruk bir tad alacağınızı, belki bir de fâtihalar göndereceğinizi umuyor, 10 Şubat îtibârıyle 97. Vefat yıldönümünü idrâk ettiğimiz II.Abdülhamid Han başta olmak üzere, cümle ehl-i îman büyüklerimiz ve geçmişlerimize Yüce Mevlâdan sonsuz rahmetler diliyor, onlara lâyık nesiller olma temennîleriyle berâber hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyor, sizleri bu güzel öyküyle baş başa bırakıyoruz ves’selâm:

BİR AŞK ŞARKISININ BİLİNMEYEN HİKÂYESİ…  Mine Alpay GÜN

2.Abdülhamid, kızı Şadiye Sultan’a sorar:

“Sait Paşa’nın oğlu Ali Namık’ı tanıyordun değil mi?”

“Evet. Ağabeylerimle arkadaşlık ediyor. Görüştüm.”

“Bugün babası geldi. Ali Namık gönlünü sana kaptırmış, seninle evlenmek istiyormuş! Ne düşünüyorsun? Ne cevap vereyim babasına?”

“Siz bilirsiniz efendim! dedim.”

“Siz bilirsiniz ne demek? Osmanlı Sultanları evlenecekleri kimseleri kendileri seçerler, seçilmezler! Ama bu değişik bir durum; senin eğilimin ve kararın önemli... Düşün de sonra bana söylersin!”

Ali Namık Bey’i tanıyordum. Yakışıklı bir gençti. Edebiyata ve musikiye düşkün olduğunu, Burhanettin Ağabeyimden duymuştum. Dil biliyordu. İsviçre’de siyaset okumuştu. Fena bir erkek sayılmazdı. Sarayda Ağabeylerime danıştım, fikirlerini aldım ve akşama, babama:

“Siz uygun görürseniz, ben itiraz etmem! dedim.

“Bir nişan yapalım. Kesin kararınızı sonra vermeniz daha doğru olur diye düşünüyorum. Öp elimi şimdi bakalım dedi.”

“Beni bu kadar sevdiğini belli etme”

Böyle başladı her şey... Sait Paşa memnun, Ali Namık havalarda uçuyordu. O kadar mutlu görünüyordu ki evlenmede o kadar acele ediyordu ki, kendisinden sıkılmaya başladım! Sevilmemek bir bela ama sevilmenin bu kadar cıvığı da afet! Babama hiçbir şey sezdirmiyordum ama Ali Namık Bey yavaş yavaş kendisinden uzaklaşmakta olduğumu fark etti. Daha da üstüme düşmeye başladı. Adama durup dururken:

“Beni bu kadar sevdiğini belli etme” de diyemezdim ya! Bunu onun sezinlemesi gerekti. Derken bir şarkı ortaya çıktı. İçinde adım geçiyordu.

“Beni şad et, Şadiyem başın için”.

Doğrusu ilk günlerde bu şarkının benim için yazılmış olacağı, olabileceği hayalimden bile geçmiyordu. Ama şarkı garip bir şekilde tuttu ve herkes tarafından konuşulmaya başlandı. Arkadaşlarım bana şarkıyı söyleyerek takılıyorlardı. Onlar “Beni şad et, Şadiyem başın için...” dedikçe ben de “pışıık!” diye cevap veriyor, bol bol gülüşüyorduk...

Çünkü şarkının ve güftenin yazarı belli değildi, unutulmuş bir İstanbul Türküsü imiş, diye konuşuluyordu...

Derken günün birinde sarayda bir haber bomba gibi patladı. Türkünün yazarı da bestecisi de nişanlım Ali Namık Bey değil mi imiş? Babam tam anlamı ile küplere binmişti. Sait Paşa hemen huzura alındı ve ağır bir biçimde haşlandıktan sonra nişanın bozulduğu bildirildi! Ben de Ali Namık Bey’le konuşmaktan yasaklandım!

Babam nişanlımın yakışıksız bir hareketini bu kadar büyük davranışlarla karşılamayabilirdi. Ali Namık Bey’in hafifliği ne kadar geçiştirilir gibisinden değilse de, babamın patlayan öfkesi de abartılı idi!

Sait Paşa yediği bu zapartadan sonra da Saraydaki görevini sürdürdü. Ama oğlunun durumu yürekler acısı idi. Her gün Saraya kabul edilmeden geri çevrilen mektuplar yağdırıyor. Nedamet gözyaşları döküyordu. İçkiye vurmuştu! Türküsünü söylüyor, ağlıyordu!

Hareket Ordusunun İstanbul’a girmesinden sonra, babamın tahttan indirilişi ve aile olarak Selanik’te oturmaya mecbur olmamız sırasında biz, aile olarak Sirkeci’den trene binerken, Ali Namık Bey de koşup gelmiş. Oradaki memurlara:

“Ben de Abdülhamid ailesindenim, beni de trene bindirin”

diye zavallı çok çırpınmış! Ama doğal olarak bindirmemişler. İşte ondan sonra kendisini büsbütün içkiye vermiş, bütün servetini elden çıkarıp yoksul sayılacak bir insan olarak hayata gözlerini yummuş!

Böyle bir trajedinin parçası olarak doğrusu ben de üzgünüm... Ama yapabileceğim bir şey yoktu! Selanik’e gittikten sonra o kadar büyük gailelerin içine düştük ki bizim durumumuz, Ali Namık Bey’in durumundan çok da farklı değildi!

Bu yüzden bu şarkıyı ne zaman işitsem, hele Necmi Rıza’nın melal düşmüş sesi ile okuması karşısında, içimde ince bir şey kırılır.”*

* İsmet Bozdağ, Yıldızların Arkası Beyaz Arılar, Emre Yayınları, İstanbul 2007, s. 122-126. 

 

 

 

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 19 Mayıs 2025, 12:23 tarihinde yazdırılmıştır.