TÜRK SİYASET TARİHİNE KARA LEKE OLARAK GEÇEN 28 ŞUBAT POST - MODERN DARBESİ

Türk siyaset tarihine yeni bir kavram kazandıran bir darbe "postmodern darbe" olarak geçen ve dönemin generalleri den Çevik Bir'in ifadesiyle "Etkileri gerekirse bin yıl sürecek" denilen 28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden tam 24 yıl geçti.
TÜRK SİYASET TARİHİNE KARA LEKE OLARAK GEÇEN 28 ŞUBAT POST - MODERN DARBESİ  

Türkiye siyasi tarihine geçen kararlar ve bu kararların uygulanması sırasında Türkiye'de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan değişimlere neden olan bir süreçte yaşananlar, post-modern darbe olarak da adlandırılmıştır.

Bu dönem, başta muhafazakar kesime karşı başörtüsü yasağı gibi ayrımcı uygulamalara ve insan hakları ihlallerine sahne olmuş, başörtülü öğrenciler okullardan atılmış, ikna odaları kurulup başlarını açmaları için zorlanmış ve çok sayıda kamu personeli işinden atılmıştır.

"İrticayla mücadele eylem planı" ile anılan bu süreçte verilen kararların ve yaptırımların uygulanıp uygulanmadığını denetlemek için Çevik Bir öncülüğünde Batı Çalışma Grubu kurulmuştu.

Ülkemize onarılması zor yaralar açan ve yapılan bazı değerlendirmelere göre yüzlerce milyar dolarlık ekonomik maliyete ve çöküntüye neden olan 28 Şubat dönemi, 2001 krizine giden yolun taşlarını döşedi.

Merhum Necmettin Erbakan Başbakanlığında, Refah Partisi (RP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) koalisyonuyla 28 Haziran 1996'da kurulan 54. Hükümet,çok kısa süre sonra "rejime tehlike" ve "irtica" iddialarıyla karşı karşıya kaldı. Yüksek Askeri Şura'nın (YAŞ) 1996 yılında yapılan toplantısında üyeler, Necmettin Erbakan'ın başbakanlık yaptığı hükümete irticai faaliyetler gerekçesiyle ağır eleştirilerde bulundular.

Erbakan'ın Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi'ye yaptığı  ziyaret, İslam Birliği idealiyle D-8 fikrini ortaya atması, kanaat önderlerini iftarda ağırlaması, Refah Parti'li Sincan Belediye Başkanlığının 31 Ocak 1997'de düzenlediği "Kudüs Gecesi" programının sonrasında Ankara/Sincan şehir merkezinden tankların ve zırhlı araçların yürütülmesi ve komutanlar düzeyinde "İrticanın PKK'dan çok daha büyük bir tehlike" olduğu yönündeki iddiaların gündeme getirilmesi ve seslendirilmesi, 28 Şubat'a giden süreci hızlandıran "kırılma noktaları" arasında yer aldı.

Sincan ilçesi, 4 Şubat 1997 yılında güne tank sesleriyle uyandı. 15 tank ve 20 zırhlı araçtan oluşan konvoyun geçidi askerin hükümete darbe uyarısı olarak algılandı,ya da algılanılması istendi.

Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı olan Orgeneral Çevik Bir, "Demokrasiye balans ayarı yaptık" ifadelerini kullandı. "Askerin uyarısı" olarak nitelendirilen bu gelişme üzerine Sincan Belediye Başkanı "Kudüs Gecesi"anma programı bahane edilerek görevden uzaklaştırıldı, Belediye Başkanı Bekir Yıldız ile 9 arkadaşı, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" iddiasıyla tutuklandı ve 4 yıl 7 ay ağır hapis cezası aldı.

Yaşanan gelişmeler Türkiye'de ciddi siyasi ve hukuki tartışmalara yol açtı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Başbakan Erbakan'a yaşanan süreçten duyduğu rahatsızlığı iletti, koalisyon ortakları arasında görüş ayrılıkları oluştu.

Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı, tarihinin en uzun toplantılarından biri olarak gerçekleştirildi.

Türkiye'ye siyasal ve sosyal anlamda ve(neticeleriyle) ekonomik yeni bir istikamet çizen bu tarihi toplantı, 8 saat 45 dakika sürdü ve Türk siyaset tarihine  kara bir leke olarak geçti.

MGK toplantısına Başbakan Necmettin Erbakan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener ile Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hikmet Köksal, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ahmet Çörekçi, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman ve MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç da katıldı.

 Toplantıda, MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Öymen, Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel, Olağanüstü Hal Bölge Valisi Necati Bilican ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz, Genelkurmay İstihbarat BaşkanıKorgeneral Çetin Saner ile MGK Genel Sekreter Başyardımcısı Korgeneral Necdet Timur da hazır bulundu.

Yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı tarihe "post-modern darbe" olarak geçti ve  ardından 18 maddelik bildiri yayımlandı, özetle; "Cumhuriyet, rejim ve laiklik aleyhtarı yıkıcı ve bölücü grupların, laik ve anti-laik ayrımı ile demokratik ve sosyal hukuk devletini güçsüzleştirmeye yeltendiklerinin müşahede edildiği" belirtilerek, "Anayasa,Cumhuriyet ve Laiklik yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmeyeceği" vurgulandı.

Toplantıda, hükümetin yapması istenen bir liste de oluşturuldu. Temel eğitimin 8 yıla çıkarılması ve irticai faaliyetlere karıştıkları gerekçesi ile ordudan atılanların belediyelerde istihdam edilmemesi o listede yer alıyordu.

Erbakan, MGK'nin hazırladığı bu listeyi imzalamadı. MGK Genel Sekreterliğinden kararların uygulanmaması durumunda yaptırımların geleceğine ilişkin açıklama yapılması üzerine Erbakan, kararların yumuşatılmasını istedi.

REFAH PARTİSİ KAPATILDI

Necmettin Erbakan, görevini Tansu Çiller'e devretmek için başbakanlık görevinden istifa etti.Meclis aritmetiği ne göre hükümeti kurmak görevi Tansu Çiller'e verilmesi gerekirken   dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini Anavatan Partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi.

ANAP-DSP ve DTP partilerinin ortaklığıyla kurulan hükümette DSP lideri Bülent Ecevit Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı.

Dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş,  Refah Partisi hakkında "laik Cumhuriyet ilkesine aykırı söylem ve eylemleri" gerekçesiyle Refah Partisine  kapatma davası açtı. Refah Partisi, 16 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılarak, Necmettin Erbakan, Şevket Kazan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan ve İbrahim Halil Çelik'e 5 yıl siyaset yasağı getirildi.

28 Şubat süreci Türk ekonomisine de ağır darbe vurdu.

Kapatılan Refah Partisinden sonra kurulan Fazilet Partisi 18 Nisan 1999 tarihinde yapılan seçimlerde 111 milletvekili çıkarmış ve meclisteki yerini almıştı, İstanbul'dan milletvekili olarak  seçilen Merve Kavakçı, 28 Şubat Post- Modern darbe sürecinin ve başörtüsü yasağının devam ettiği o günlerde başörtüsü düşmanlığı sebebiyle daha seçildiği ilk günlerden itibaren Türkiye kamuoyunda önemli manada yer bulmuştu. Dönemin meclisin en yaşlı üyesi TBMM geçici başkanı Ali Rıza Septioğlu ise Atatürk'ün Şapka İnkılâbı'nı işaret ederek ve Merve Kavakçı'nın başörtüsüyle meclise genel kuruluna giremeyeceğini ve yemin edemeyeceğini bunun Anayasaya ve kanunlara aykırı olduğunu söylemişti. kendilerini  laikliğin teminatı sayanlar,Anayasada insanların inançlarının ve ibadetlerinin sözde teminat altına alındığı laiklik ilkesini çiğneyerek yok sayarak her türlü zulmü yaptılar.

Daha sonra 2 Mayıs 1999 tarihinde Yüksek Seçim Kurulu'ndan mazbatasını aldıktan sonra meclisin açılış oturumuna katılmak için Merve Kavakçı, TBMM Genel Kurul Salonu'na gelmiş ancak başörtüsüyle meclis genel kuruluna girmesi üzerine Demokratik Sol Parti (DSP) milletvekilleri sıralara vurarak ve yuhalayarak Kavakçı'yı protesto etmişler, bu sırada DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit meclis kürsüsüne gelerek  inançlı insanları ötekileştiren şu sözleri sarf etmiştir;

"Burası hiç kimsenin özel yaşam mekanı değildir. Burası devletin en yüce kurumudur. Burada görev yapanlar devletin kurallarına uymak zorundadırlar. Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!"

28  Şubat Post-Modern darbesi Milletin oyları ile seçilmiş olan milletvekiline ve dolayısıyla millete yapılan zulmün adıdır.

28 ŞUBAT POST MODERN DARBESİNDE YAŞANAN  ZULÜMLER

Necla Çimen de 28 Şubat sürecinin mağdurlarından birisi. Erciyes Üniversitesi'nde okuduğu yıllarda başörtüsü taktığı için hakkında soruşturma açılan Çimen, mezun olup göreve başladıktan sonra da hastanede baskılarına maruz kaldı. Dayanamayıp istifa etti. Çimen o günleri şöyle anlatıyor: "O dönemde profesörler ve rektör bizlere çok baskı yapıyordu. Hakkımda soruşturma açmışlardı. Bir süre peruk takmak zorunda kaldım. Üniversiteden mezun olduktan sonra Sinop'ta pratisyen hekim olarak göreve başladım. Orada da sıkıntılar yaşadım. Daha sonra Kayseri'ye tayinim çıktı. O dönemde hem başhekim hem de sağlık grup başkanıydım. Kaymakam bey ve jandarma komutanının baskısına maruz kalıyordum. Hem başhekimlik hem de sağlık grup başkanlığından istifa etmek zorunda kaldım. AK Parti iktidarı ile birlikte başörtüsü yasağı kalktı. Başörtüsü zulmünden bizleri Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan kurtardı" ...

Türkiye STK'ları Platformu'nun "Gençlik ve Sosyal Girişimcilik" ödülünü alan yönetmen Tülay Gökçimen yaşadığı zulmü anlatıyor: "O zamanlar biz başörtülü birey olarak birçok şeyi yapamıyorduk. Sokakta yürümek bile zordu aslında. Ben çok net hatırlıyorum. Bize gelen misafirlerle dışarıya çıktığımızda bile sağdan soldan başörtümüze kötü sözler geliyordu. Ben her zaman gazetecilik yapmak, sinema film çekimleriyle uğraşmak istiyordum. Ama mümkün değildi. Üniversitede sınavlarıma çalıştığım halde giremiyordum. Belgesel çekmek, film yapmak istediğim için birçok yere başvurdum. Özel sektör bile bize karşı olumsuz tavırlar vardı. Şu anda yaptığımız hiçbir şeyi yapamıyorduk tabi. Başörtü yasağı kalktıktan sonra okullarımıza devam edip mezun olduk. Ben şimdi üniversitede seminer ve ders veriyorum. O zamanlar bir okula gitmek bile hayaldi, şimdi üniversitede ders veriyorum. Başörtüsünün bizim beynimizi örttüğünü zannediyorlardı. Bizim ekibimizde başörtülü olmayan arkadaşlar da var. Biz hiçbir zaman böyle bir ayrıştırıcı bir şekilde davranmadık, davranmıyoruz."...

Cafesiyaset.com.tr.genel yayın yönetmeni Halil Öztürk yaşanan zulmü şöyle anlatıyor;

Subaylık Sınavını Kazanmama Rağmen 28 Şubat Sürecinde  Annem Türbanlı,Dedem Hafız Olduğu için Beni Ordu ya Almayan,Bana ve Aileme İrticacı Yaftası Yapıştıran  Geleceğimle Oynayan Herkese Hakkım Haram Olsun..İşte Biz Bunları Yaşadığımız için Sonuna Kadar Recep Tayyip Erdoğan'ın yanındayız...

Eski İnsanı Müdafa ve Kardeşlik Derneği (İMKANDER) Başkanı Nuray Canan Bezirgan da yaşadığı zulmü şöyle anlatıyor; 28 Şubat sürecinde çok sayıdaki gözaltılardan birinin İstanbul Üniversitesi önünde oldu

Hiç alakası olmadığı halde İstanbul Üniversitesinin önündeki bir eylem sırasında arkadaşını beklerken polisin kendisini gözaltına alarak minibüse bindirdiğini aktaran Bezirgan, "Minibüste nefes alamadığımı, hamile olduğumu ve arkadaşımı beklediğimi söyledim. 'Öğrenciyim ama eylemle hiçbir alakam yok. Bana müsaade edin ya da cam açın nefes alayım' dediğimde polis bana, 'Sizin için bu memlekette nefes almak haram.' diye cevap vermişti."

daha sonra kendisi dahil 17 kişinin bir odaya alındık, kadın polisleri coplarla yanımıza geldi,

Polisler bizi darbetti

"Gözümü açtığımda Haseki hastanesindeydim. İkiz gebelik söz konusuydu, 4 aylık hamileydim. Doktorun, 'Biri ölmüş, diğeri de muhtemelen ölecek. İkisini birlikte alalım' cümlesini duymuştum. Hemen itiraz ettim. Hiç unutmuyorum o gün beni hastane hastane gezdiriyorlar, hastaneler kabul etmiyor. Sonunda küçük bir hastane kabul etti. Doktor hanım bana, 'Çok üzgünüm. Çocuklarından birini kaybetmişsin, ağlar ve üzülürsen diğeri de ölebilir. Zaten bunların ikisini de almamız gerekiyor' dedi. Ben rıza göstermedim, sabrettim, diğer çocuğum dünyaya geldi ama bu yasak yüzünden 4,5 ay ölü çocuğumu karnımda taşıdım."

28 ŞUBATTA DARBEYİ DESTEKLEYEN MEDYANIN TAVRINA ÖRNEK BİR GAZETECİ FATİH ALTAYLI

Başörtüsüne düşmanlığıyla bilinen Fatih Altaylı, yıllar önce yazdığı bir yazıda, başörtüsü ile sarık ve cübbe giyenlere yönelik skandal cümleler kullanmıştı

28 Şubat örtülü darbesinin medya ayağındaki en önemli isimlerden olan Altaylı’nın 1997 yılında yazdığı bir yazısında kullandığı cümleler, karanlık zihniyetini ve inançlı insanlara düşmanlığını gözler önüne seriyordu

Altaylı, yazısında şu cümlelere yer veriyor:

“Kendime yeni bir iş buldum.  Bundan böyle kılık kıyafet kanununa aykırı olarak dolaşanları, kolundan tuttuğum gibi karakola götüreceğim. Evlerini polise göstereceğim. Otomobilde görürsem plakalarını alıp bildireceğim. Yapılan işlemi savcılığa kadar takip edeceğim. Yok yok, savcılıkta da takip edeceğim. Hırsız yakalatmak iyi de, bu kanun tanımayanları yakalatmak mı kötü?”

 

28 ŞUBAT'TA FETHULLAH GÜLEN'İN DURUŞU

28 Şubat sürecinde dikkat çeken isimlerden Fethullah Gülen olmuş, 11 Ocak 1997'de Necmettin Erbakan Ramazan nedeniyle kanaat önderlerini Başbakanlık Konutu'na iftara çağırmış, Fethullah Gülen de çağrılanlar arasında olmuş ancak iftar yemeğine katılmamış, olay kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olmuştu

29 Mart 1997'de Samanyolu TV'de katıldığı bir televizyon programında Türk Silahlı Kuvvetleri'nin siyasete müdahale etmesini ve muhtıra vermesini eleştirenlere karşı "Asker demokratik yollarla sorunların çözümünü istedi" demiş, 28 Şubat Post-modern darbesi nin sonrasında Necmettin Erbakan'ı eleştirenler arasında yer almış, darbecileri savunarak onların yanında olduğunu göstermiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin müdahalesini demokratik bulduğunu söylemiştir. Yine 16 Nisan 1997'de Kanal D'den Yalçın Doğan'a verdiği röportajında da askerin tutumunu destekleyerek şunları söylemiştir:

 

"Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan...

Evet etkileri gerekirse bin yıl sürecek" denilen 28 Şubat 1997'deki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısının üzerinden tam 24 yıl geçti.

Darbenin yapıldığı Refah partisi genel başkanı Merhum Necmettin Erbakan'ın vefatının üzerinden 10 yıl geçti ve hâlâ hayırla ve rahmetle anıyoruz ve Allah'ın rahmetine nail olması için dualar ediyoruz.

Darbeyi yaparak ve memleketimizi geri bırakanları ve dinini yaşamaya gayret eden insanlara zulmeden,hapishanelerde eziyet görmesine ölmelerine sebep olanlara hakkımızı helal etmiyoruz ve Alemlerin Rabbi olan Allah'ın adaletine tevdi ediyoruz.

 

"Cennet ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil,yaşasın zalimler için cehennem"...

Eyyüp Sabri Erdem

Ensar Vakfı Lüleburgaz Şube başkanı

http://www.hurfikir.com.tr adresinden 29 Mart 2024, 18:10 tarihinde yazdırılmıştır.