Muharrem ayı, diğer adıyla Aşure ayı çıktı gitti ama evlerimizde aşure hala bitmedi.
Yaklaşık bir aydan beri soframızda hep aşure var.
Bende mübareği çok severim. Kilomda var. Neyse ki artık Muharrem ayı bitti evdeki aşure de bir tükense de kurtulsak!
Geçen günü Bektaşi Derneği mensupları da aşure günü yapmışlar. Bizim gazete iki sayfa dolusu haber yapmış. Tabi aşure yenilmiş ve konuşmalar yapılmış. Muharrem ayından, aşureden, Hz. Hüseyin’den bahsetmişler. Bulunup havayı koklamak istedim.
Neyse, “Aşure” kelimesi Arapça bir kelimedir. Manası “onlamak (10’lamak)” demektir. Yani Muharrem Ayının onuna işaret olduğu gibi, yemeğinde içerisinde en az on ayrı nimetin olması demektir. Rivayete göre Nuh Aleyhiselam tufanın son günlerinde gemideki erzak bitmeye yüz tuttuğunda elde kalan ne varsa onları karıştırarak bir yemek yapmış ortaya “Aşure” yemeği çıkmış.
Her ne ise çok güzel bir yemek. İçerisine şekerde katıldığından şimdi adı aşure tatlısı olmuştur.
Bu “Aşure” tatlısından alacağımız çok ibret var. Birbirilerine çok zıt olan nimetler, bir araya gelerek ne güzel bir yemek olmuş.
Mesela nohut, fasulyeyle, incir veya buğdayla üzüm, fıstık, ceviz vesaire. Bunlar her biri bir arada düşünülmeyen nimetler bir tencereye konulup ta kaynatıldığında, ortaya o güzel ve lezzetli tatlı çıkıyor. Hiç uyuşmayacakmış gibi olan bakliyat ve kuru yemişleri bir tencerede kaynaya kaynaya anlaşıyorlar, uyuşuyorlar, karışıyorlar ve uzlaşıp bize güzel bir nimet olarak soframıza sunuyorlar.
Tıpkı Anadolu’muz gibi. Bu coğrafyada da aynen birçok inanç çeşidi var. İnsanlarımızı asırlarca geçmişimiz, acı ve tatlı tarihimiz Anadolu tenceresinde karıştırmış kaynatıp, pişirmiş. Beraberce güzel günlerimiz olmuş. Çileli ve acılı zamanlarımız olmuş.
Acısıyla, tatlısıyla, tuzlusuyla, karışmışız. Tıpkı “Aşure” gibi kaynaşıp bir millet olmuşuz.
Biz Müslüman Türk Milletiyiz.
Ben burada Hz. Hüseyin’in, şehadetinden, Kerbela’dan bahsetmeyeceğim.
Benim Atalarım bu kavgalarda yok. Türk milleti o kavgaların yapıldığı yıllarda henüz Müslüman olmamıştı ve de henüz o coğrafyaya gelmemişti. Hz. Ali, Muaviye çekişmelerinin Kerbela hadisesinin hesabını neden biz verelim ki?.
Bizim işimiz belalardan yeni belalar çıkarmak değildir. (Kerbela, bela yeri demektir.)
Bizim işimiz ibret almak, yaraları sarmak. Düşmanlarımıza, yaralarımızı göstermemektir. Yoksa eğer sende açık bir yara varsa, onun üzerine kurt bırakacak sinek çoktur.
Biz “Aşure” gibi birlik olduğumuzda, ortaya ne tatlar, ne nimetler çıkar, ona bakalım.
İmamı Azama soruyorlar “Hz Ali Muaviye, hangisi haklıydı?” Cevap “Onlar birbirilerinin kanına girmişler biz günahlarına girmeyelim.” demiş. Bizler Aşure gibi birlik ve tatlı olalım.
Saygılarımla.