Çanakkale benim doğum yerimdir. Üstelikte dedemde Çanakkale Şehididir. Körfezin Gelibolu’ya doğru uzanan karşımda duran her dağ sanki bir şehitlik abidesi gibi gelir bana. Her ağaç, her taş hatta otlar, çiçekler, çalılar benim gözümde ayrı bir kutsallık ifade eder. Yaya dolaşırken, bastığım her yerin altında şehit naaşı var hissine kapılırım. Oralarda rüzgâr çam ağaçlarını yalayarak eserken çıkardığı sesler bile bana şehitlerimizin nefesi gibi gelir.
ESKİDEN ORALARI ZİYARET YASAKTI
1950 yılına kadar oraları ziyaret etmek yasaktı. Ne zaman ki Demokrat parti iktidara geldi, buz dağlarına güneşin çarpmasıyla her şeyin gevşemeye başladığı gibi, oralarda da yasaklar kalktı da dedelerimizin yattığı yerleri ziyaret etmeye başladık. Galiba 1962lerdeydi. Türkiye’mizi darbeyle haydutlar ele geçirdiklerinde şehitliğin anlam ve ruhuna alçakça bir darbe vurmak için İstanbul’dan rezil bir gemiyle GADEŞ vapuruyla kız erkek karışık, her türlü rezillik serbest, bir organize tertiplemişlerdi. Alçak, alçaktır rezil rezildir nerede ve ne zaman olursa olsun. ŞİMDİ ÇANAKKALE BİZİ KURTARMA YOLUNDA. Çanakkale ruhu yükseliyor. 1950’ye kadar yasaklarla Çanakkale ruhunu tel örgülerin arkasına hapsedenlerin korktuğu başlarına geliyor. İlk yıllar şehitliği senede birkaç bin kişi ziyaret ederken, sonra bu sayı yirmi, otuz binlere, daha sonra elli, altmış binlere şimdi de milyonlara ulaşmış durumda. Birkaç sene önceydi, ziyaretçi sayısının yılda iki buçuk milyonu geçtiğini söylemişlerdi. Galiba şimdi beş milyonu da geçti. Dedim ya milletimiz Çanakkale’yle şahlanıyor, diriliyor. Çanakkale bir asır sonra yeniden zafere koşuyor. İki seneden beri kara savaşlarının başladığı 24 Nisan’ı 25’e bağlayan gece izcilerimiz yeni bir etkinliğe başladılar. Sırtlarında özel dikilmiş tişörtler, ön ve arkalarında “Dedeciğim ben geldim” yazılı. Sabaha kadar orada şiirler okunuyor. Savaş anıları anlatılıyor. Sabah namazı kılınıyor. 57 alayın en son yediği buğday çorbası içiliyor ve tekbirlerle 57 alayın tamamının şehit olduğu yere doğru hücum ediliyor. Tabi bu etkinliği Kızılay’ımız ve İstanbul Belediye’si düzenliyor. İlk sene yedi bin izci katılmışken geçen sene yedi bin izci yanında yedi binde üniversite talebeleri katılmış. Bu sene rakamın yirmi bini geçeceği söyleniyor. Düşünebiliyor musunuz? Yirmi binden fazla gencecik üniversite talebesi, geceyi dedelerinin şehit olduğu dağlarda geçiriyor. Sabahlara kadar Kuranlar, ilahiler okunuyor, marşlar söyleniyor, tekbirlerle dağlar inliyor. Bu ne müthiş bir atmosfer.
İşte 18 Mart Boğaz Savaşları’nın yıldönümü de böyle oldu. Yüzüncü yıl hatırasına yüz binlerce Kuran hatmi okundu. Çarşamba sabahı camilerimizde şehitlerimize bağışlandı, dualar edildi yurtiçinde, yurtdışında şehitlerimiz yâd edildi. Şahsen bende bir hatmi şerifle katıldım. Telefonla konuştum ağabeyim beş hatim okumuş.
Şehitlerimizin ruhları şad olsun. 18 Mart günü Çanakkale’de yapılan etkinlikleri gördünüz. İnsanın yüreği sanki fırlayacak gibi oluyor. Önemli bir kişinin sözüdür, der ki “Savaşlar hâlihazırın bir keresini (az bir kısmını) yıkar. Ebedi barış ise tamamen geleceği yıkar…” Sahiden öyle mi acaba? Dünyada en çok savaşan ülkeler en ileri ülkeler. Savaşmayanlar ise uyuşturucu, alkol bataklığındalar. Neyse biz atalarımızın yedikleriyle, giydikleriyle yetinmeyi biliriz. Çok şükür artık imkânlarımız geniş. Ama onların inandıklarına inanmak, ahlaklarıyla ahlaklanmak elimizdedir. Onlar gibi “Allah” diyelim. Ondan başkasının önünde eğilmeyelim Atalarımızda öyle yapmışlar. Yaşasın Çanakkale ruhu.
Saygılarımla