Bulgaristan’a giden otobüs devrildi; 11 kişi yaralandı
Vatandaşlardan Ak Partiye Teşekkür
Köprü ayağına çarptı-1 Yaralı
Alevi-Bektaşi camiasının acı günü
Bu yazı 10 Aralık 2014, Çarşamba 09:32:46 tarihinde eklendi. 733 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

KAHVEYE ÇAY, PİŞMİŞ AŞA SU! - Nuri Kahraman

KAHVEYE ÇAY, PİŞMİŞ AŞA SU!

Kusura bakmayın. Bu noktada kendimizi afvedemiyorum. Nedir şu kahvelerdeki durum? Kasdım elbette onlar değil. Şimdi anlayacaksınız. Bâzen giriyoruz oralara. Hepimizin zaafları var. Değişik gazetelere bakmaya, bulmaca çözmeye vs. Hem, oradaki insanlar da bizim insanlarımız. Senin, benim gibi insanlar. Onlardan kopmak yanlısı değiliz hiçbir zaman. Onların, hep göz önüne aldığımız, belki de onlara bakarak kendimizi temize çekme pratiğinden dolayı kendimizce tutum geliştirdiğimiz ayıplarından çok daha fazlaları bizde yok mu?

Meselâ, en azından zaman öldürüyorlar; doğru! Peki ya biz dışarda ne yapıyoruz? Hangi hayırlı işin peşindeyiz? Onları eleştirirken hiç ibret alma cihetine gidiyor muyuz? Yoksa, “onlar kötü biz iyiyiz. Nasıl olsa onlar cehenneme, biz cennete!” deyip dümdüz gidiyor muyuz? Bence, 2.si yapılıyor gibi."Kahvedekiler, ya da şurda-burdakilere göre biz çok iyiyiz. Cennette yerimiz hazır!" rehavetine düşerek baştan-kara gidiyoruz gibi geliyor bana!

İÇİ SENİ, DIŞI BENİ!

Sevgili dostlar, eğer orası ve benzerleri, yâni içerisi kötüyse, ya, bizlerin vara-yoğa, gerekli-gereksiz volta attığımız şu caddelerin hâli ne? Allâh aşkına şöyle bir bakınız. Mağazalara, vitrinlere, gazetelere, ekranlara, kılıklara-kıyâfetlere. Baylara-bayanlara, atlılara-yayanlara, sizi duyanlara, telefon kulağında selâmlarınızı bile duymayanlara bakınız.

Burada, bunu söylerken dememiz, anlatmak, hattâ sormak  istememiz o ki; toplum böylesine uçarılaşmış ve de yırtılmışken perde, milletiniz-memleketiniz, çeliğiniz-çocuğunuz adına düştünüz mü siz hiç derde?

Yoksa; “bunlar çağdaş düzenin nîmetleri, ne yapalım mukadderât!” deyip olan-bitenlere bîgâne kaldınız, hattâ ve hattâ, hep mi cana minnet olarak algıladınız? Sâhi biz böyle ne yapıyoruz, paldır-küldür, ölçüsüz-kuralsız nereye gidiyoruz? İçerdekiler oyundayken, bizler de şöyle insafla ve mümin hassâsiyetiyle bir bakıp dışardakilerin de –en kısa ifâdesiyle- oynaşta olduğunu hayretle ve ibretle gözlemleye biliyor muyuz?

OYUN NE, OYNAŞ NE?

Oynaş dedikse, dünyâ hayâtının bir oyun ve eğlenceden ibâret olduğunu söyleyen kitabımızın târifi kapsamında yer alan, bizi Allâh’tan, kitaptan, defterden, kalemden alıkoyan her şey! Oynaşı sâdece bir tarafa hasr’edip de, kendimizi kandırmayalım. Burada kasıt, bizi sezdirmeden ve yanıltarak sinsi sinsi felâkete götüren, kulluk bilincine ters, âdetâ putlaştırılan her türlü vâriyet ve meşgâle. Yine Kur’an’ın, uymayı yasakladığı, HEVÂ ve HEVES olarak nitelediği her şey.

Gördüğünüz gibi, -hâşâ- okumayanlar haklı dostlar! Çünkü, okumak dert! Kitaplara bakıyorsun, târihine, coğrafyana, kitabına, peygâmberine; hep farklı şeyler. Bizim yaşantımızda, niyetimizde, amelimizde bunların samîmî anlamda esaslı yansımaları yok. Okuyorsun, morâlin bozuluyor. Hazır imkânları da kitap okurken elden uçuruyorsun. Ne oraya, ne buraya yâr olamıyorsun. Âhirete götüren istikâmete uyamamışken dünyâyı da elden kaçırıyorsun.

PENCERENİN PERDESİ

İşte okumak, böyle şeyleri düşündürüyor adama, aklına getiriyor. Pişmiş aşa su katmak gibi oluyor. O zaman en iyisi okumamak mı? Hazır yaşantımızı olsun kafamıza göre, morâl bozmadan, motivasyonumuzu kayb’etmeden sürdürelim deniliyor her hâlde!…

Tekrar içeriye, kahve örneğine dönersek, evet onlar oyun oynarken küfürlerin de en perdesizlerini sarf’ediyorlar. Ama niye? Tabiî ki cehâletten. Orası, adı gibi KIRAATHÂNE, yâni OKUMA EVİ olsa bu iş çözülecek ama, maalesef adıyla tadı uymuyor buraların. Niye uymuyor? Sebep açık; tıpkı bizim içimizle dışımızın tutmadığı gibi.

Sözün özü, neremiz özenli ve de düzenli ki sevgili dostlar? Eve gelişimiz, gidişimiz, girişimiz, çıkışımız. İş yerinde, sokakta, caddede, dâirede davranışlarımız. Yemekte, çayda, sohbette, dâvette, büyüklere, küçüklere karşı tavırlarımız. Ya, şoförlüğümüz? Arabaya çıkıp ayağımız yerden kesilince havalanıyor muyuz, yoksa çok daha mı dikkâtli davranıyoruz? Her şeyden önce genel anlamda, düzene ve özene dâir bir izanımız yâni şuurumuz ve de daha ötesi, şuuraltımız var mı? Yoksa her şey, rast gele, oldum-olası mı?

NİYETTEN DİYETE...

Nasıl öyle olmasın ki? Çünkü okumak yok. Çünkü, Rabbimiz neden önce OKU emrini gönderdi diye düşünmek yok. İşin özünü kavramak, ona göre davranmak yok. İnsanoğluna ilk emir OKU olmuştur. Çünkü insanlaşmak okumakla başlar. Okumaya niyet etmedikçe, cehâletin kişisel, toplumsal, evrensel daha çok diyetini işkence, zulüm, kargaşa, depresyon, umutsuzluk, mutsuzluk, tatminsizlik, uyuşturucu, intihar vs. akla hayâle gelmedik daha nice şekiller olarak ödemeye devam ederiz. 

Ya ölümden sonrası? Onu düşünmek bile, insan olan insan için felâketlerin en büyük ve korkunç olanı!  Tek dileğimiz, yeter ki Rabbimiz, başta göz nûrumuz çocuklarımız olmak üzere kimseyi böyle bir âkıbete dûçâr etmesin inşâllâh…

Âmin, âmin, âmin! Değil mi Sevgili dostlar ves’selâm?!…

 

 

Yazdır Paylaş
Diğer Nuri Kahraman Yazıları
hurfikir.com.tr’da yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Hürfikir Gazetesi sorumlu tutulamaz.
Tasarım by Webdestek