İlçe Emniyet Müdürü Osman Ünal’a veda
Turhal Kaynak hayatını kaybetti
Serbülent Avcu’dan “GELİN CHP’YE YENİDEN ÜYE OLUN” çağırısı
Alman ve İspanyol bisikletçilere Türk misafirperverliğini gösterdiler
Bu yazı 21 Mart 2014, Cuma 09:23:03 tarihinde eklendi. 2599 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

Bugünde Çanakkale’deki Oğuz Amca’yı tanıyalım -

Bugünde Çanakkale’deki Oğuz Amca’yı tanıyalım

 “Ela gözlüm ben bu elden gidersem.

Zülfü perişanım, kal melül melül.

Kerem et, aklından çıkarma beni.

Ağla gözüm yaşın, sil melül melül.”

 

Oğuz Amca Erzincan’ın, şimdi “Oğuz” adını almış köyündendir.

1900’lü yıllarda ulaşım çok zor olduğundan, babası onu nüfusa çok geç kaydettirmiştir. Bu yüzden de askere kırk yaşlarında çağrılmıştır ve de doğruca Çanakkale Cephesine gönderilmiştir.

Oğuz Amcanın yetişkin üçte oğlu vardır. Arkasından bunlarında ikisi daha askere alınır ve doğu cephesine yani Sarıkamış’a gönderilir. Oğuz Amca Çanakkale’de savaşmaya devam ederken o civardan nakledilen askerlerden iki oğlunun şehit olduğunu öğrenmiştir. Şehadet haberi köyündeki eşine de geldiği halde, o çilekeş anne eşine yazdığı mektuplarda “Oğullarından mektup aldığını, çok iyi olduklarını, babalarına da selam söylediklerini” yazmaya devam eder.

Oğuz Amca’da bildiği halde kendisinin üzüntüsünden eşinin acıları daha da artmasın diye bilmiyormuş gibi davranarak, yazdığı her mektupta onlara da selam yazar, hal ve hatırlarını sorar. Onları mektupsuz bırakmamasını, onların genç olduğunu, hasret çektiklerini, köyün koyununu, kuzusunu insanını havasını özleyeceklerini. Onlara uzun uzun yazmasını tembih eder.

Savaş kızışmış ve genişlemiştir. Dana da asker lazım olmuştur. Derken sonuncu ve en küçük evlatlarını da askere çağırırlar. Ve onu da babasının olduğu Çanakkale cephesine yollarlar. Oğuz Amcaya haber gelmiştir. En sevdiği küçük evladı da Gelibolu Yarımadasındadır ama nerede? Yarım milyon askerin içerisinde nasıl bulsa da evladını son bir defa daha koklayabilse.

Savaş bütün şiddetiyle devam etmektedir. Zaman zaman düşman muhtelif yerlerden taarruz eder ve sıkışan yerlere asker kaydırılır, zayıflayan cephelere takviye yapılır.

Yine böyle bir vakada Oğuz Amca’nın da birliği bir yerlere kaydırılıp ta, düşman taarruzu durdurulduğunda bir sessizlik olur. Çanakkale cephesinde sık sık olan bir vakadır bu. Düşman saldırır. Bizimkiler saldırıyı kırar. İki tarafta da çok ölü olur, yorgunluk olur. Çarpışmalar, kendiliğinden durur. Askerler soluklanmaya çalışırlar. Arada tek tük silah sesleri duyulur. Böyle zamanlarda rüzgarın yaladığı çam fışıltılar ve uğultusu ortaya çıkar.

İşte yine öyle bir vaziyette akşam üstü rüzgar barut kokularını kovalayıp tek tük silah tüfek sesleri işitilirken askerlerde bir taraftan dinlenmeye bir taraftan da ülkesi köyü şehit arkadaşlarıyla ilgili düşüncelere daldığı, Oğuz Amca’nın da küçük oğlu hakkında hülyalara daldığı bir sıradır.

“Sahi küçük yavrum nerede, acaba? Karnı aç mıdır? Elbisesi var mıdır? Ayağında bir giyecek çarık veya potin bulabilmiş midir? Daha on beş yaşlarındadır. Evinde açılmasın, üşümesin diye geceleri yoklardı. Şimdi cephede acep ne yapar?”

Derken karşı dağlardan bir türkü yankılanır. Bir güzel ses ki anlatmak mümkün değil.

“Elvan çiçekleri takma başına.

Kudret kalemini çekme kaşına.

Beni ağlatırsan doyma yaşına

Ağla gözyaşını sil melül melül.”

Bu ses Allahım bu nedir böyle?

O tek tük patlayan silah sesleri bıçak gibi kesilir. Sanki kuşlar susar, rüzgar durur, çam fışıltısı bile susar. Herkes bu sesi dinlemektedir.

Yıllar sonra hatıralarını yazan düşman askerleri bile “Hayatımızda dinlediğimiz, en efsunlu ses, en etkileyici konserdi” diyeceklerdi.

 

On binlerce muharip asker bir anda ellerini tetikten çekmiş bu sesi dinliyordu ya, fakat birisi bir başka dinliyordu. Bu türkü yamaçlarda yankılanmaya başladığı andan itibaren bir ihtiyar asker mevziinin içerisinde yuvarlanıp duruyordu, bir taraftan da hıçkırıklar içerisinde kesik kesik sesleniyordu. “Allah’ım, sana şükürler olsun. Yüzünü göstermedin ama hiç olmazsa sesini duyurdun ya…” Bu ihtiyar Oğuz Amca’nın ta kendisiydi. Karşı yamaçta türkü çığıran askerde onun ciğerparesi küçük oğluydu.

Sonra ne mi oldu? Savaş devam etti. Oğuz Amca’da yaralandı. Sargı yerine gittiğinde ağır yaralıların içerisinde bir çift gözün kendisini süzdüğünü fark etti. Kafasını o tarafa çevirdiğinde o asker hemen başına örtüsünü çekerek saklandı. Zira o asker Oğuz Amca’nın oğluydu. Ağır yaralıydı babasını tanımış “kendisinin durumunu görüpte üzülmesin” diye saklanmıştı. Oda oradan çıkamadı şehit oldu. Oğuz Amca’ya gelince yarası öldürücü değildi tedavisi bitip te taburcu olduğunda da Çanakkale’de zafer kazanılmış, düşman kaçmış birliği de Filistin taraflarına gönderilmişti. Oda doğruca birliğinin yanına gitti. Bölüğüne teslim olduğunda komutan onu ihtiyar diye mutfakta değerlendirmek istediyse de Oğuz Amca itiraz etti “ben düşmana üç tane evlat verdim. İntikam almak istiyorum.” Dedi. Komutan dosyasını incelediğinde de bir kahramanlık abidesiyle karşı karşıya olduğunu gördü.

Uzatmayalım, Oğuz Amca’nın askerde son görüldüğü yer Dokuz Eylül’de İzmir yoludur. Orada son düşmanda denize döküldüğünde Erzincan’daki köyünün yolunu tutar.

Bir akşamüstü köyüne ulaşmıştır. Girişteki çeşmenin yanındaki bir taşın üzerine oturmuş hem köyüne bakar, hem de elinde tek kalan sevgili eşini düşünür. “Acaba şu anda ne yapıyordur? Hasta mıdır? Evlatlarının acısı onu ne hale getirmiştir? Ne yiyip ne içmiş, ne bulup ne giyebilmiştir. Neredeyse on yıla yakın cepheden cepheye koşmuş. Yorgun bitkin bir halde işte köyünün birkaç adım yanına yaklaşmıştır. Üç beş dakika sonra evine, sevgili çilekeş üç şehit annesi meleğine kavuşacaktır. Hay Allah ona layık bir hediyede getirememiştir. Ah yoksulluk”

Derken yanı başında şırıl şırıl akan çeşmede bir karaltının olduğunu hatırlar. Susuzluğunu fark eder. Yavaş ve bitkin bir sesle “Bacım bana da bir tas su uzatır mısın? der. Biranda çeşme başından bir kadın çığlığı yükselir. Zira çeşme başında su alan kadın sevgili eşinden başkası değildir.

Şimdi Erzincan’ın bu köyü “Oğuz” Amca’nın adını almıştır.

Onun ve bütün şehitlerimizin ruhları şad olsun.

 

Saygılarımla.

Yazdır Paylaş
Diğer Yazıları
hurfikir.com.tr’da yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Hürfikir Gazetesi sorumlu tutulamaz.
Tasarım by Webdestek