Murat Mahir Altan; “SAHTE GÜLÜŞLER DEĞİL, SAMİMİYET KAZANACAK”
Trakya'da sandık kurulu başkanlarına eğitim verildi
Seçim günü alkol yasak, eğlence mekânları kapalı
Ahmet Etem Oruç; “Çocuk bakım ve kreş projesi hemen uygulanacak”
Bu haber 28 Mart 2021, Pazar 15:07 tarihinde eklendi. 1514 kez okundu.
12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ -(1)

1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe giren, sözde "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olan İstanbul Sözleşmesi Toplumsal cinsiyet eşitliği, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBT (Lezbiyen,Gay,Biseksüel,Transeksüel,Travesti) sapkınlarına tanınan sözde haklar, aileyi yıkan 6284 sayılı yasa ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının tepki çeken uygulamaları ve bu uygulamaların neden olduğu sorunların asıl sebebi "İstanbul Sözleşmesi" olarak karşımızda durdu. İstanbul Sözleşmesi bağlamında bir proje olarak uygulanan ve bugün politikaya dönüştürülen Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesi ile de aileler yok edildi, çocuklar ailelerinin elinden alındı
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ  -(1)  

Batılı değerlerin ölçü alındığı ve toplumsal ve aile değerlerimizin göz ardı edildiği İstanbul Sözleşmesi’ne imza atılmasının ardından; aile kurumunun ciddi manada zedelenmesi ve zarar görmesi, kadın cinayetlerinin ve boşanma oranlarının ciddi manada artış göstermesi, eşcinsel sapkınların gayri ahlaki fiillerini ve sapkınlıklarını dayatmak için hareket alanı kazanması dikkat çekti.

Toplumsal cinsiyete dair maddelerde din ayrımcılık kaynağı olarak gösterildi.

İstanbul Sözleşmesi’nin merkezinde toplumsal cinsiyet kavramı bulunmaktadır. Sözleşmenin giriş bölümünde, "kadınlar ile erkekler arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkisinin bilincinde olarak" hazırlandığı belirtilmekte ve feminist ideolojinin dili kullanılmaktadır. Toplumun tabanını dikkate almayan, yapılan eleştirilere duyarsız, tek taraflı bir yazılı metin olarak hazırlanan sözleşme, mevcut haliyle toplumu ayakta tutan değerleri önemsizleştirmekte, feministler gibi marjinal grupların beklentisini temel almaktadır.

Madde 12/5'te, "Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde 'namus' gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir." ifadelerine yer vermektedir.

Geleneksel değerler, örf, adet,gelenek ve kültürü de bu bakış açısıyla hedef tahtasına din oturtulmaktadır.

Din ve namus şiddetin kaynağıymış gibi sunuluyor

Sözleşmedeki şiddet kavramının içeriği "Kadına karşı şiddet, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem" şeklinde tanımlanmaktadır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ifadesinin ise daha çok fiziksel şiddet veya cinsel saldırıları akla getirmesi gerekirken "ıstırap verebilecek olan" veya "psikolojik şiddetten" ne kastedildiği muğlak bırakılmaktadır.

Bir kişinin eşinin kıyafetlerine karışması şiddet olarak tanımlanıyor

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gerçekleştirilen "Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması"nda da duygusal şiddet ve istismara örnek olarak; bir kişinin eşinin kıyafetlerine karışması ya da facebook ve twitter hesabına karışması, duygusal şiddet olarak tanımlanıyor. Bunlar şiddet adı altında aile ilişkilerinin ve aile temelli toplumsal yapının değiştirilmeye çalışıldığını gösteriyor. Aile kurumundaki karşılıklı sorumluluklar yok sayılıyor, eşler sadece bireysellikleriyle ele alınıyor.

 

Sözleşmenin Hedefi Cinsel Tercih/Yönelim ve LGBTIQ’nin (Lezbiyen,Gay,Biseksüel,Transeksüel,Travesti) Meşrulaştırılmasıdır

İstanbul Sözleşmesinin “temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmaması” başlıklı 4. maddesinin

3. bendinde “Taraflar bu sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya

yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş,

ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim,

toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü

veya başka bir statü gibi herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.” hükmü mevcuttur.

Görüldüğü üzere söz konusu madde ile “cinsel yönelim” kavramı ilk defa hukuki metinlere

girmiş ve meşrulaştırılmıştır. Sözleşmeyi Açıklayıcı Kitapçıkta yer alan cinsel yönelim

kapsamına,” geyler, lezbiyenler, biseksüeller, travestiler vb.” dahil edilmiştir.

Devlet İstanbul Sözleşmesini imzalamış olmakla şunlarla da karşılaşabilecektir:

- LGBT (Lezbiyen,Gay,Biseksüel,Transeksüel,

travesti)  hareketinin tüm eylem ve fiillerini hukuk ve kamu gücüyle korumak ve

toplumsal kabulünü sağlamak zorunda kalacak. Böylece toplumun kendi değer yargılarını

savunma ve LGBT hareketini kınama hakkı dahi elinden alınacaktır.

-Hakeza LGBT hareketinin eylem ve söylemlerinin kınanması Türk Ceza Kanun’unda yaptırımı olan nefret suçu ile cezalandırılacaktır.

- LGBT hareketi mensupları başka ülkelerde uygulamaya geçen evlilik, evlat edinme gibi hususlarda yasal düzenlemeler yapılmasını talep edebileceklerdir.

Sapkınlıklar meşrulaştırılıyor

Yine sözleşmenin 3. maddesinin (b) fıkrasında aile yapısına yüzde yüz aykırı bazı kavramlar eklenerek kadınla kadının, erkekle erkeğin evlendirilmesi meşrulaştırılmıştır.

Sözleşmenin 4/3 fıkrasında cinsel yönelim, cinsel tercihler ve her türlü sapıklık kanunla koruma altına alınmaktadır.

Sözleşmede aile kavramı yoktur. Ortak ev arkadaşlığı vardır. Bu da her türlü gayrimeşru birliktelikleri kapsamaktadır.

Sözleşmenin 12. maddesinde Türk aile yapısının kadın ve erkeğin alışılagelmiş rollerinin, geleneklerinin, bu sözleşmeye aykırı farklı uygulamaların ortadan kaldırılarak, erkeklerin sosyal ve kültürel davranışlarının değişime uğratılması için her türlü tedbirler alınmıştır. Aynı maddenin 5. fıkrasında İslam aile yapısının kültür, örf, âdet, gelenek, din ve namusuna; bu sözleşme ile “kadına şiddeti önleme” adı altında savaş açılmaktadır.

Toplumsal cinsiyet, kadınlık ve erkekliğin sosyal olarak inşa edildiği fikrine dayanmaktadır. İstanbul Sözleşmesi’nin merkezinde işte bu toplumsal cinsiyet kavramı vardır. Metin bu haliyle bir toplumu ayakta tutan kültürel değerlerin belirlediği toplumsal rol beklentisini değersizleştirirken, adeta LGBT  gibi marjinal gurupların beklentilerini karşılamak için hazırlanmıştır.

Toplumsal cinsiyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan bu sözleşme cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesinin tek yolu olarak sunmaktadır. Oysa istatistiki veriler bu iddiayı doğrulamıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği indeksinde üst sıralarda olan ülkelerde, kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının maalesef ürkütücü oranda yüksek olduğunu görmekteyiz.

Sözleşmenin Temel Haklar, Eşitlik ve Ayrım Gözetmeme Maddesi'nin 3. Bendi'nde; cinsel yönelim ve cinsel kimliğe yönelik ayrım yapılmaması adına, sapkınlıklar meşrulaştırılıyor. Sapkın örgütler de bu sözleşmeye dayanarak, statülerinin anayasal güvence altına alınmasını istiyor. Örgütlenme özgürlüğü, fon kaynaklarına ulaşımda ayrımcılık yapılmaması, okul müfredatına cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğiyle ilgili bilgilerin dâhil edilerek öğrencilerin kendi cinsel yönelimleri ve toplumsal cinsiyet kimliklerine uygun biçimde yaşamalarının mümkün kılınması gibi ahlaksızlıklar talep ediliyor.

Sözleşme, kadına yönelik şiddeti sadece toplumsal cinsiyet perspektifi üzerinden açıklıyor. Çocuklukta kötü muameleye maruz kalma, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı,  psikiyatrik bozukluklar, kumar gibi şiddeti önemli oranda artırdığı bilimsel olarak tespit edilen hiçbir risk faktörüne değinilmiyor. Yapılan pek çok çalışmada aile içi şiddeti artıran olaylar arasında alkol, uyuşturucu madde kullanımı ve ekonomik yetersizlik ilk üç sırada yer almasına rağmen, şiddet sadece toplumsal cinsiyet eşitsizliğine indirgeniyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği tek reçete olarak sunuluyor

Toplumsal cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesi için tek reçete olarak sunan bu sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği indeksinde güya üst sıralarda olan ülkelerdeki kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının niçin bu kadar yüksek düzeylerde olduğunu açıklayamıyor. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Finlandiya’da her yıl 50 bin kadın, Danimarka’da ise yaklaşık 25 bin kadın cinsel şiddet ve tecavüze maruz kalıyor.

İstatistikler şiddetin azalmadığını gösteriyor

Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaların uygulanmaya başlamasından sonraki süreçte Türkiye'de de istatistikler şiddetin azalmadığını gösteriyor.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2008 ile 2017 yılları arasında toplamda 2 bin 337 kadın şiddet görerek hayatını kaybederken sadece 2018 yılında 440 kadın cinayete kurban gitti. Kadın cinayetleri her yıl bir önceki yılı katlarken 2012 yılında Türkiye’de onaylanan İstanbul Sözleşmesi’nin de çare olmadığı görülüyor.

2008 yılında 80 olan kadın cinayetinin 2018’e gelindiğinde 440’a kadar çıktığı görülüyor. İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’de onaylandığı yıl olan 2012’de 201 kadın cinayete kurban giderken, bu rakamın yıllara göre; 2013’te 237, 2014’te 294, 2015’te 303, 2016’da 328, 2017’de 409, 2018’de ise 440,2019 da 474,2020 de 300 olduğu görülüyor. Rakamlara göre İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti ve cinayetleri önleyemedi aksine arttırdı.

Sözleşmenin 48. maddesi arabuluculuğu yasaklıyor. "Taraflar iş bu sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır." deniliyor. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere, sözleşmede aileyi koruyabilecek tedbirlere yer verilmiyor, toptancı bir yaklaşımla arabuluculuğun faydalı olabileceği durumlar dışlanıyor.

Sözleşme hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz

İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuktaki yeri şu şekilde değerlendiriliyor: "Anayasa Madde 90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir. Sözleşme hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır. Anayasa’nın 11. Maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır."

Sözleşme hukuk hiyerarşisinin en üstünde yer alarak Anayasa ya da iç kanunla çelişmesi durumunda ulusal hukuki itiraz kanallarını kapatıyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanan Karar'a göre, Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” adı altında imzalanan ve kadına ve aile içi şiddete daha çok yol açan ve aileleri parçalayan bu sözleşme Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından feshedildi.Karar, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin 3. maddesi gereğince alındı.

Eyyup Sabri ERDEM

Ensar Vakfı Lüleburgaz Şubesi Başkanı

Yazdır Paylaş
ETİKETLER :
Diğer Haberler
hurfikir.com.tr’da yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Hürfikir Gazetesi sorumlu tutulamaz.
Tasarım by Webdestek